Hakkâri, son günlerde hakkında en çok konuşulan şehir. Referandum öncesi dokuz PKK militanının, saklandıkları mağarada öldürülmesiyle gündeme gelen kent, referanduma yüzde 10'luk katılımla adından söz ettirmeyi sürdürürken, referandum sonrası da dokuz sivilin ölümüyle sonuçlanan mayınlı saldırıyla gündemin en önemli maddelerinden biri olmaya devam etti. Peki gerçekte neresiydi Kürtlerin 'welate Hekkaran' (Hakkâri ülkesi) diye bir ülke muamelesi yaptıkları, bu kuş uçmaz kervan geçmez yer? Hakkâri gerçekten batıdan göründüğü gibi bir 'terör yuvası' mı? Bu soruların yanıtını bir Hakkâriliye, yazar Muhsin Kızılkaya'ya sorduk.
KÜLTÜRÜ VE TARİHİ ZENGİNDİR
- İki ayrı Hakkâri algısı var Türkiye'de. Batının ve doğunun algıları çok farklı. Kürtlerin Hakkârisi nasıl bir yer?
- Kürtler açısından Hakkâri, çok özel bir yerdir. Çünkü son Kürt mirliği Hakkâri'deydi. Hakkâri mirliği, 1840'daki Bedirhan Bey'in önderlik ettiği ayaklanmadan sonra lağvedildi, Mir Nurullah Bey sürgüne gönderildi ve sürgünde öldü. Yani Hakkâri yaklaşık 600 yıl boyunca, 1880'lerin başına kadar özerk yaşamış ender yerlerden biridir. Özerklikle ilgili fikirlerin burada yeşermesinin nedeni de böyle deneyime sahip olmasıdır.
- Hakkâri'nin tarihsel açıdan da önemli tanıklıkları var...
- Hakkâri iki tane büyük uygarlığın tam merkezinde yer alır. Doğusunda Asur, batısında da Urartu uygarlığı vardır. İkisinin ortasında ve dört parçaya bölünmüş Kürt coğrafyasının tam kalbindedir Hakkâri. Ksenefon'un Anabasis adlı eseri, Kürtlerle ilgili yazılmış en eski yazılı metinlerden biridir. Eserde Helen ordusunun Hakkâri'den geçişinden bahsedilir. Hıristiyanlığı ilk kabul etmiş kavim olan Nasturiler de, Hakkârilidir ve 1924 yılına kadar Hakkâri'de yaşamışlardır. Hakkâri bir taraftan da Yahudilerin yaşadığı yerlerden biridir. 1947'de İsrail devleti kurulunca parça parça gitmişler. Şimdi Hakkâri'de Kürtleşmiş olan Yahudiler de var, Kürtler onlara 'colekan' derler. 'Colekanlar Kürt ağalarına ve mirlerine 'şel û şepik' yani yerel giysi dikerlermiş.
- Hakkâri'nin kültürel olarak da önemli bir zenginlik kaynağı olduğunu biliyoruz.
- Kürt edebiyatının bütün önemli şair ve yazarları Hakkârilidir. İlk Kürt şairi olarak kabul edilen Eli Herreri, ilk Kürtçe mevlidi yazan Melaye Bateye, en önemli Kürt manzumesi olan Mem u Zin'i yazan Ehmede Xani ve 'kuşların şairi' olarak bilinen Feqiye Teyran Hakkârilidir. Bir de bir şekilde Hakkâri'ye yolu düşmüş olanlar vardır. Ferit Edgü bir şaheser olan Hakkâri'de Bir Mevsim'i Hakkâri'de geçirdiği altı aydan sonra yazmıştır. Hakkâri'nin bu özelliğiyle ilgili hep şöyle bir espri yaparım: 'Hakkâri dünyanın en yüksek yerlerinden biridir ve Tanrı ilham dağıtırken Hakkârililer yüksekte olduğu için daha çok ilham kapmışlar.'
- Hakkârililerin en önemli özelliği nedir diye sorsam? Belirgin bir Hakkârili tipi var mıdır?
- Mülayim bir millettir bizimkiler ama geç algılarlar. Zaten her şey de çok geç gider Hakkâri'ye. 1970'li yıllarda İspanyol paça ve uzun favori her yerde modayken, biz bundan, üç sene sonra haberdar olmuştuk. Hakkâri'ye moda geç gelir, televizyon geç gelir, gazete geç gelir, ama oraya gelen de orada kalır. Hakkâri'nin en ilginç özelliği de halay çekme biçimidir. Türkiye'nin her yerinde halay sağdan çekilir, sadece Hakkâri'de soldan çekilir.
- Bir de sürgün yeridir Hakkâri, değil mi?
- Evet, sürgün yeridir. Ama oraya giden her adam, 'Beni buraya niye gönderdiler,' diye devlete beddua etmez. Tersine 'Allah devletten razı olsun ki beni buraya gönderdi,' der bir süre sonra. Çünkü kira vermez, herkes onu misafir eder, para biriktirir.
DAVA SAYISINDAN ÇOK AVUKAT VAR
- Neden 'Bizimkiler geç algılar,' diyorsunuz?
- Sosyolojik tahlillerini yapmakta güçlük çekebilirim ama bu kentin böyle bir özelliği var. Bir şeylere önce mesafeli durur, benimsemeye başladıktan sonra da ondan vazgeçmez. Grup dayanışması çok gelişkindir. Bir kişi ölürse tanıdık tanımadık herkes mezarlığa, taziyeye gider. Bir düğün varsa bütün Hakkâri o düğündedir. Hakkârililer dışarıda yaşamaz. İstanbul'un ya da Türkiye'nin herhagi bir yerinde Hakkârililer mahallesi bulamazsınız.
- İnsanlar Hakkârili olmayı ve Hakkâri topraklarını seviyorlar yani.
- Evet, Hakkâri'nin dışına kolay kolay gidemiyorlar. Hasbelkader bizim gibi buraya okumaya gelmiş birkaç insan kaldı ama gelenler çoğunlukla döner. Mesela Hakkâri'de o kadar çok avukat vardır ki, herhalde görülen dava sayısından daha çoktur.
- Cumhuriyet döneminde milletvekilleri bile dışarıdan atanırmış Hakkâri'ye öyle mi?
- Evet, devletimiz 1950 seçimlerine kadar oradaki insanların fikrini sorma gereği duymamış. Üstelik bu milletvekillerinden hiçbiri Hakkâri'yi görmemiş. Bu durum Demokrat Parti dönemine kadar sürmüş, halk da bunu çok umursamamış. Daha sonra TİP'ten biri aday olmuştu, neredeyse kazanacaktı. 1980 öncesindeki senato seçimlerinde, biz o zamanki solcular Diyarbakır'dan naylon bir aday koyduk, o da neredeyse kazanıyordu, ama gerçekte öyle biri yoktu.
ALLAH'IN SADECE KÜRTÇE BİLDİĞİNİ SANIYORDUM
- Kimlik bilinci nasıl oluştu, Hakkâri'de Kürt olmak eskiden beri önemli bir şey miydi?
- Eskiden Kürtlük bilinci, Barzani hareketine sempati duyup duymamakla ilgili bir şeydi. Çünkü Barzani hareketi Hakkâri'nin kulağının dibinde akşama kadar top atışları yapardı. Benim çocukluğum top atışlarını duymakla geçti. 1970'lerin ortalarında DDKD, Özgürlük Yolu ve Kawa örgütleri vardı ama 1980'e kadar bir tane bile PKK'lı yoktu. Bu örgütler Kürt kültürünü de geliştirmeye çalışıyordu, Kürtçe dil dersleri veriliyordu. 1977 yılında devrimci hareketlerin içine girdim. 1977, aynı zamanda Abdullah Öcalan'ın mücadeleye başladığı yıldır. Yani bana Kürt olmayı, Kürtlerin haklarını, Kürtlerin dilinin ve kültürünün yasaklı olduğunu Abdullah Öcalan öğretmedi.
- Hakkâri'nin asimilasyona direnmesini nasıl yorumluyorsunuz?
- Türkiye'nin her yerinde oraya ait bir Türkçe ağız vardır ama 'Hakkâri ağzı' diye bir Türkçe ağız yoktur. Hakkâri'ye Türkçeyi batıdan gelen öğretmenler getirdi. Hakkârililerin ağızlarında bir kırıklık vardır, bazı kelimeleri doğru kullanamazlar, ki bende de halen vardır bu. Hakkâri'de gözlerimi dünyaya açtığım zaman Allah'ın sadece Kürtçe bildiğini sanıyordum. Babam Bağdat'tan bir radyo getirmişti, sadece Kürdistan'ın Sesi'ne ayarlıydı. Bizim radyomuz, bizim imamımız, evimizdeki herkes sadece Kürtçe biliyordu.
- Önyargılar bir yana gerçekte Hakkâri'yi nasıl tanımamız gerek?
- Hakkâri meydanında bir Atatürk heykeli vardır. Rivayet edilir ki bir astsubay gece çok içmiş, gitmiş Atatürk'ün atının arkasına 'Deh Atam gidelim, burada durulmaz,' demiş. Bu gülerek anlatılan bir anekdottur ama gerçekte başka imgeleri vardır Hakkâri'nin. Yazarlar açısından baktığınız zaman Ferit Edgü'nün bütün yazarlık sermayesi Hakkâri'dir. Osman Pamukoğlu tipinde bir adamsanız, sizi saldırganlaştırır, maceracı yapar. Pamukoğlu'nun bilinçaltındaki o faşizan zihniyet, dağların çağrısıdır. Yılmaz Erdoğan gibi bakarsanız, Zap suyunun sesini bildiğiniz bütün şarkıların başına koyarsınız. Benim gibi bakarsanız, sonsuz bir masal dünyasıdır Hakkâri, 40 bin cilt daha kitap yazsam, bitmez. Mehmed Uzun gibi bakarsanız, bir sefer gidersiniz ve Hawara Dicle (Dicle'nin Yakarışı) gibi bir roman yaratırsınız. Ender Özkahraman'ın gözüyle bakarsanız, bitmeyen 'ora' öyküleri çizersiniz. Onun babası Enver Özkahraman gibi bakarsanız, sonsuz bir fotoğraf denizidir Hakkâri. Gerillalar için de çok müsait bir iklimdir, bir müfreze dağa gider, onu oradan indirmek imkânsızdır.
- Sizce Hakkâri bir turnusol mu?
- Hayır bir turnusol değildir belki ama demokratik özerklik sivil bir ortamda konuşulacaksa pilot bölge olabilir. Eskiden Hakkâri'de özerkliği besleyecek kaynaklar vardı. Şu anda 10 bin kişinin yaşaması gereken yerde 80 bin kişi yaşıyor, dünyanın en sulak yeri ama hiçbir evde su yok. Şehir merkezinde toplam 10 kilometrelik yol çamur içinde. Bu nasıl demokratik özerklik? BDP'li arkadaşların demokratik özerklik lafını ortaya atarken üretim ve kaynakla ilgili de projeler geliştirmesi gerekirdi. O insanlar ancak üretici hale gelerek demokratik özerk bir şekilde yaşayabilir. Devlet Hakkâri'ye kaynak aktarmayı durdurursa insanlar er ya da geç birbirine düşer.
70'LERE KADAR HER ŞEYE AĞALAR KARAR VERİRDİ
- Hakkâri'de güçlü de bir aşiret sistemi var...
- İki büyük aşiret var. Birinin adı Pinyanişi, diğerinin adı ise Ertuşi'dir. Bu iki aşiret halk arasında 'baska çep' yani sol kol, diğeri de 'baska rast' yani sağ kol olarak tanınır. Sağ kol olan Pinyanişi'dir adı üzerinde sağcıdır, sol kol olan ise Ertuşi'dir ve solcudur. Eskiden Hakkâri'nin sınırları çok daha geniş bir alana yayılırdı ve 'welate Hekkaran' olarak bilinirdi. Misk'i, Başkale'yi, Irak'ın Amidiye'sini, Şırnak'ı, Cizre'yi kapsardı, Musul sınırına kadar dayanırdı. Mirler bu kadar geniş bir alanı kontrol etmek için ikiye ayırmışlar, solcu ve sağcı olarak. Hatta Nasturiler bile kendi aralarında sağcı ve solcu aşiretler olarak ayrılmış.
- Siz hangi aşirettensiniz?
- Ben Pinyanişi aşiretindenim, yani sağcı olandan. Bizim aşiret de Çukurca ve Yüksekova ağaları diye ikiye ayrılır. Ağalığı Zeydan ailesi yürütür. Ertuşiler ise 10 alt kola ayrılır, onlarda ağalık Gıravi boyundadır. Bu sistemin şöyle bir iyi tarafı olmuş, Hakkârililerin yıllar yılı devletle hiçbir işleri olmamış. Hiç kimsenin işi valilere, milletvekillerine düşmemiş. Eskiden Hakkâri'de kız kaçırıldığı ya da arazi davası olduğu zaman kimse mahkemeye gitmezdi. Bütün hukuksuzlukları ağalar çözerdi. Bu sistemde cinayet işlemek bir istisnaydı, büyük kabahat olarak nitelenirdi ve cezası yedi yıl sürgündü. Bu süre içinde maktulün akrabaları onu öldürürse haklı sayılırdı, ama yedi sene içinde öldürmezse affa uğrar ve köyüne geri dönerdi.
- Bu hukuk sistemi ne zamana kadar sürdü?
- 1970'lerin başına kadar böyle bir hukuk vardı. Mirler dönemindeki özerklik, bu kez ağalar eliyle sürmüştü. Yani Hakkâri'deki feodal sistem, düzeni sağlayan bir arabulucu konumundaydı. Ama Cumhuriyet hükümetleri politikayla bunu zehirledi. Devlet iki aşireti birbirine düşman etti. Bu düşmanlık onların birbirine kız alıp vermesini bile engelledi.
- PKK'nın doğmasıyla bu feodalizm nasıl etkilendi?
- Kürt hareketi 1924 Şeyh Sait Ayaklanması'ndan 1984'e kadar, yaklaşık 60 yıl boyunca hep okumuş yazmış zengin çocuklarının önderlik ettiği bir hareket oldu. Ve köylüler bunlara pek prim vermedi. O çocuklar bunun kitabını, sözlüğünü yazdılar, gramerini geliştirdiler. 1980'den itibaren PKK'yla beraber bu iktidar, varlıklı ailelerin çocuklarının elinden köylülere devroldu. Köylü inisiyatifi eline aldığı zaman bir daha bırakmadı.
- Ondan sonra her şey tepe taklak mı oldu?
- PKK hareketiyle birlikte eline silah almış köylüler feodal hukuku çözmeye başladı. Bir anda ağayla köylüler eşitlendi ve köylüler ağaya 'heval' demeye başladılar. Hakkâri'de 'heval' kelimesi PKK jargonunda olduğu gibi 'arkadaş' anlamında kullanılmaz, 'metres' çağrışımı yapar. Savaş dediğimiz sistem, ayrıca tefecilik sistemini yarattı. Bu ekonomik ve sosyal yapı aynı zamanda PKK'nın tabanını oluşturdu.
- Tefeciler Hakkâri'de ne zaman palazlandı?
- Faili meçhul cinayetlerin başladığı ve köylerin boşaltıldığı zaman, yani 1992'den itibaren. Aynı dönemde ciddi bir korucu terörü yaşandı. Ama zaman zaman bu korucu çeteleri, tefecilerle de birlikte çalıştı, zaman zaman yer değiştirdi.