Kristof
Kolomb, Havana'yı 'insan gözünün görebileceği en güzel yer' olarak nitelendirmiş. Karayiplerin en büyük adası Küba'nın başkenti Havana'da neredeyse bütün yollar Malecon Bulvarı'na çıkıyor. Dev dalgaların köpürerek dövdüğü bir duvar, okyanusla eski kenti ayırıyor. Duvarın üstünde çiftler, kayalarda denize girip çıkan çocuklar; patlayan ve sonra altı şeritli otoyolu su altında bırakan, yolun çatlaklarından gayzer gibi fışkıran dalgalar kimsenin umurunda değil. Havana da okyanusun kıyısı gibi kıpır kıpır bir şehir işte. Kıyıdan içerilere doğru ilerliyorsunuz, her köşede, her sokakta bir renk cümbüşü, bir melodi, nereye baksanız gözalıcı renkler. Her yerde galeriler, müzeler ama sokaklar da sokak sanatçılarıyla dolu. Pazarlarda, okullarda, terk edilmiş boş binalarda, minicik tek göz odalı evlerde, kalabalık bir caddeden kendinizi attığınız daracık sokaklarda bir sürü sanatçı işlerini sergiliyor. Birçoğu elbette elindekini satma derdinde ama bir sanatçı olarak tanınmak, uzak diyarlarda sergi açmak isteyen de o kadar çok kişi var ki. Dünya sanat piyasasının ilgisini her geçen yıl biraz daha çeken Havana'da olmayacak dua da değil bu. Geceleri kafelerde, konser salonlarında, kabarelerde, kulüplerde, bodegalarda ve tabii sokaklarda dans edenler çıkıyor karşınıza. Müzik, Havanalılar için su ve hava gibi bir ihtiyaç. Görsel ve işitsel olarak insanı böylesine etkileyen şehrin her yanından yaratıcılık fışkırıyor. Gördüğünüz her şeyi başkalarına da göstermek, anlatmak, paylaşmak istiyorsunuz. İşte Havana Cultura oluşumu tam da böyle bir istek sonucu ortaya çıkmış. Küba'nın yerli romu, en önemli markalarından biri olan Havana Club, uluslararası şirket Pernod Ricard tarafından satın alındıktan sonra şirketin Fransız yetkilileri, kentteki sanat ortamını dünyaya duyurmaya ve daha da önemlisi, desteklemeye karar veriyorlar. Hemen hepsi birer Küba âşığı. Aralarında yıllarca Havana'da yaşayanlar var. Hedefleri ise Küba'nın çağdaş yaşam kültürünü dünyaya duyurmak. İstanbul'a sık sık geldiği için adını duymuş olabileceğiniz prodüktör DJ Gilles Peterson da, Havana Cultura projesinde yer alan Havana âşıklarından biri. Kübalı müzisyenlerin çalışmalarından derlediği albümlerin ikincisini geçtiğimiz aylarda çıkardı.
HAVANA ANLATILMAZ, YAŞANIR
Havana Cultura'nın en son projesi ise
Havana'da 7 Gün isimli film. Geçtiğimiz ay, Latin Filmleri Festivali kapsamında Havana'da galasını yapan film, bu yılki Cannes Festivali'ne katılacak. Hemen ardından da Türkiye'nin de aralarında bulunduğu pek çok ülkede gösterime girecek. Havana Club'ın uluslararası pazarlama direktörü Yves Schladenhaufen, markanın Küba'ya özgü rom geleneğinin yegane mirasçısı olduğunu belirtiyor. "Dünyada Küba'nın elçiliğini yapmakla kalmıyor, Küba'nın yaratıcılığını ve yetiştirdiği yetenekleri uluslararası alanda etkin bir biçimde tanıtıyoruz. Bu yedi kısa film sayesinde dünyanın birçok yerinde insanlar, Küba'nın büyüleyici ve eşi benzeri bulunmayan ortamından haberdar olacak," diyor. Adından da anlaşılabileceği gibi Havana'da yedi günü anlatan film, yedi ayrı yönetmenin çektiği kısa filmlerden oluşuyor. Peki bu yönetmenlerin kimler olacağına nasıl karar verilmiş? Havana Cultura'nın çok anlaşılır bir kıstası olmuş bu yönetmenleri seçerken: Her birinin Havana'ya âşık olması. Tabii iş bununla bitmiyor. Bunca önemli ismin yoğun işleri arasında trafiğini ayarlamak, programını yapmak, bütün çekim sürecini yönetmek az buz iş değil. Ama her şey hallolmuş işte. Hatta yönetmenlerin hepsinin galada buluşması bile sağlanmış. Tek neden ne biliyor musunuz? Projeye katkısı olan herkesin Havana'ya olan katıksız aşkı. Lafı toparlamak için bir klişeden yardım istemek zorundayız: Havana anlatılmaz, yaşanır. Görmelisiniz.
HAVANA'DA 7 GÜN FİLMİ SON PROJE
Havana'da 7 Gün, kentin dolaşmadık yerini bırakmıyor. Bir filmin kahramanını başka bir filmde ikincil bir rolde izleyebiliyoruz. Pazartesi günüyle başlıyor film. Benicio Del Toro ilk kez kamera arkasına geçmiş. Havana'nın birbirinden güzel kadınları, genç bir Amerikalının başını döndürüyor. Pablo Trapero'nun yönettiği ikinci film, bir salı günü geçiyor ve Emir Kusturica, büyük ihtimalle kendini canlandırıyor. Ödül almak üzere geldiği Havana'da katılması gereken hiçbir etkinliğe katılmayıp, taksi şoförüyle birlikte müthiş bir caz ziyafetine katılan alkolik bir yönetmeni izliyoruz. Julio Medem'in anlattığı çarşamba günü ise 'para mı, aşk mı?' klişesi etrafında dönen bir klasik Küba hikayesi. Ülkesini terk edip İspanyol yapımcıyla yeni bir hayata mı yelken açmalı, yoksa aşık olduğu adamla mutlu ama zor hayata devam mı etmeli ikilemi yaşayan çok ama çok güzel bir kadın. Elia Suleiman'ın yönettiği perşembe günü bölümünde ise Fidel Castro'yla buluşmayı bekleyen bir Filistinliyi izliyoruz. Gaspar Noe'nin yönettiği ve cuma günü geçen bölümde ise genç bir kızın ruhların yardımıyla 'temizlenişine' tanık oluyoruz. Küba'nın uluslararası isim yapmış yönetmeni, Juan Carlos Tabia ise sıradan Kübalıların yaşamını anlatıyor cumartesi gününde. Bir renk cümbüşü olan ve gündelik yaşamla dini ritüellerin nasıl içiçe geçtiğini anlatan son filmde pazar gününün hikayesini Lauren Cantet anlatıyor.