Bizi senelerdir kekliyorlar: Yok artık 40'lar yeni 30'larmış, 30'lar yeni 20'lermiş. 50'lik kadınlar 25'lik kızlarıyla karıştırıldığı için, tıbbın-teknolojinin olanca nimetinden faydalanıldığı, çocuğun 40'ından sonra yapıldığı, 30'lar "Anneee, bitti!" şımarıklığında geçtiği, hayat tarzı gençleştiği için biz de bunu yiyoruz. Cahit Sıtkı'nın 'Yaş 35 yolun yarısı eder' pesimizmi, ne zamandır demode. İşimize de geldiği için, 40'larının ilk yarısını sürenler olarak, bizim o yaştakileri ilkokulda gördüğümüz kadar acıklı görünmediğimizi sanıyoruz... Sonra bir gün: Küt. Yere atılınca sağlam kalıyor. Ama böyle tesellilere çarpınca, fena dağıtıyor. Eğitimde tablete geçme meselesi, tokat gibi çarptı suratımıza: Geçmiş olsun, 40'ımızda artık tarihiz. İlk işyerimizde teleks kullanmış olmamız koymuyordu; Ericsson'un TV kumandası boyu cep telefonlarının da retromtrak tadı ayrıydı. Tel dolap, büyükanne/büyükbaba, köy/köşk göndermeli bir tatlı çocukluk fotoğrafıydı. Ama bu defa ulaşımı kağnılarla sağlamış gibiyiz. Kara tahta, yakında bir Kurtuluş Savaşı karakteri olarak anılacak. Ve de biz bu tahtanın yeşil bile değil, Atatürk'ün Kayseri'de f ile k'yı işaret ettiği (1928) tonda kapkara olanını gördük! Tebeşir: En büyük varyasyonu, pembe, turuncu, sarı, mint, böyle sorbe tonlarında da olabilmesiydi! Yegane faydası, yiyeni hasta edebilme, ebeveyn ve hocalar nezdinde okul kırmaya elverişli hale getirebilmesiydi! Allahtan iPhone, iPad pratiğimiz var da, 'Evladım, insanlar o televizyon kutusunun içine nasıl giriyor'a girmiyoruz. Ama sınıfta elektronik tahta, hayatta hiç deneyimleyemeyeceğimiz bir şey. Okula kitapsız gitmek. O eşek ölüsü çantaları sürüklememek... Çok acayip bir şey bu. Bu çocuklarla aramıza çok net bir çizgi çizildi. 40'ımızda maziye karıştık. Kara tahta insanıyız. Tebeşir insanıyız. Söyler misiniz, buna hangi botoks çare olabilir? Hangi anti-aging işlemi?