H&M'de 'Kırmızı bileklik için alışveriş zamanı' anonsuyla, kapıların açıldığı an itibariyle, kelimenin tam anlamıyla yarış başladı. Durumu anlatmaya kelimeler yeter mi bilmiyorum, ama içeriye alınan her bir kişi "Almazsam ölürüm," ruh haliyle alışveriş yapıyordu. Sanki fiyatlar 39.95 ile 399 lira arasında değişmiyor, en çok toplayana para ödeniyordu. Parmaklıkların öteki tarafındaki şanssız gruptan "Bana da, bana da," sesleri yükseliyordu. Sağduyulu birkaç kişinin, dışarıda bekleyenler için birkaç parça topladığına da şahit oldum ama bence genel eğilim, 10 dakikayı kişisel tatmin için kullanma yönündeydi. Kalabalığın ruh haline hakim olmaya çalışırken, kadın bölümündeki erkeklerin, çoğunlukla 'koca' sıfatıyla o noktada bulunduğu bilgisini aldım. Omuz omuza verilen bu mal kapma savaşında, kadınlar fiziksel üstünlük sağlamak için kocalarını içeriye yolluyordu. Yani Marni at H&M işbirliğinde cüsse kazanıyordu. Torpilin işe yaramadığını söyledik, ama bu "Benim," diyenin torpil için savaşmadığı anlamına gelmesin. Yöneticiler de dahil olmak üzere mağazada görevli olan herkese "İçeride kalan bir parça cekete nasıl sahip olunabileceği," sorulup duruldu. Magazin dergilerinin güllerini; yardımcıları, anneleri, şoförleri yetmeyince mağazaya koşarak girerken gördüm. Ve bir tek şeye emin oldum, o 'bulunamayan ceketlerin' hesabı sorulacaktı. O gün "Almazsam ölürüm," modasının ne anlama geldiğini daha iyi anlamış oldum. İstinye Park'tan bir dahaki tasarımcı işbirliğine kadar, ellerim boş ayrıldım.