Yıl
2013... Cannes Film Festivali'nde Kürt yönetmen Hiner Selaam'ın
My Sweet Pepper Land filmi gösteriliyor. Yönetmen ve oyuncular kırmızı halıda yürüyüp filmlerinin gösterimine katılıyor. Her şey yolunda. Ama ertesi gün Türkiye'de 'Cannes'da unutulan Türkler' diye haberler çıkıyor. Şaşırıyor ve haklı olarak içerliyorlar. Çünkü film Kürt filmi, filmdeki dört aktör Kürt. Medyanın bilinçsiz asimilasyonunun kurbanı olduklarını anlayıp tekzip gönderiyorlar... Haberde Türkleştirilen oyunculardan biri Feyyaz Duman'dı. O Feyyaz Duman, Erol Mintaş'ın
Annemin Şarkıları filmindeki performansıyla geçen haftalarda Saraybosna Film Festivali'nde En İyi Erkek Oyuncu seçildi, film de En İyi Film... Uluslararası alanda ses getiren birçok Kürt filminde rol alan oyunculardan biri Duman. Hiner Selaam'ın bir başka filmi
If You Die, I'll Kill You'da da oynayan Duman, Bahman Ghobadi'nin yapımcısı olduğu, Batin Ghobadi'nin yönettiği
Mardan filminde de rol aldı. Film dünya prömiyerini Toronto Film Festivali'nde yapacak. Gerçi üzerinden çok zaman geçti ama dikkatli gözler Feyyaz Duman'ı Kazım Öz'ün
Fotoğraf ve Hüseyin Karabey'in
Boran filmlerinden tanıyabilir. Ama tanımayanlar da önümüzdeki günlerde illa onu tanıyacak diye düşünüyoruz.
- Mardin'den neden göç etmiştiniz?
- 80'li yıllarda Kürtlerin çoğu zorunlu göç nedeniyle büyükşehirlere gitmişti. Biz ekonomik nedenlerden dolayı İstanbul'a geldik. Beş-altı yaşımdaydım.
- Hatırlıyor musunuz o ilk günü?
- Çok uzun bir yolculuk yapmıştık. Onu hatırlıyorum. İlkokul 1'i Mardin'de okumuştum ama eğitim dili Türkçe olsa da Türkçeyi öğrenemedim, dolayısıyla dil bilmeden İstanbul'a gelmiştim. Okula başladım. İki dilli ve kültürlü bir hayatımız oldu. Çabuk adapte oldum galiba. Dil bilmemenin verdiği zorluklar ve bir de özgüven eksiliği vardı. Okul sayesinde çabuk uyum sağladım diyebilirim.
-
Sizin çocukluğunuzun geçtiği dönem Kürt olmanın gözaltı sebebi olduğu zamanlardı.
- Kürt olduğumun farkındaydım elbette. Ama çocuk olduğum için o sert politik atmosferin farkında değildim. Yaşım ilerledikçe bazı şeylerin farkına varmaya başladım. 1994'te, 12 yaşımda Mezopotamya Kültür Merkezi'ne (MKM) gittiğimde asıl orada Kürt kimliği ile tanıştım diyebilirim. Kürt tarihi, müziği ve kültürüyle bilinçli bir şekilde haşır neşir oldum.
ANNEM AFERİN DEDİ
-
ABD'ye gitmeye nasıl karar verdiniz?
- Yüksek lisans yapmaya hak kazanmıştım ama İngilizce sınavını veremedim. New York'a aslında dil öğrenmeye gittim. Sonra orada kalıp Brooklyn College'da tiyatro üzerine yüksek lisans yaptım.
-
Yani 'dilsiz' bir yolculuğa daha çıkmış oldunuz.
- Bir kez daha hayatımı sıfırlamıştım. Türkçe bilmeden İstanbul'a geldiğim gibi İngilizce bilmeden ABD'ye gitmiştim. Açıkçası İstanbul'a göre New York'a adaptasyonum çok daha zor oldu.
-
Saraybosna Film Festivali gibi önemli bir festivalden ödülle döndünüz. Artık göz önündesiniz.
- Ödül bir taraftan insanı motive ediyor. Oynadığım filmin kamuoyuna duyurulmasına neden oluyor. Tabii sizi de görünür kılıyor. Bu görünür olma halini abartmamak gerek.
-
Ödülünüzü, Bela Tarr gibi sinema dünyasının önem verdiği bir yönetmen verdi. Jüri üyeleri arasında Melissa Leo vardı.
- Melissa Leo ödül açıklanmadan önce benimle konuşmak istedi, filmle ve oyunculuğumla ilgili çok olumlu şeyler söyledi. Ödül almasaydım bile Leo'nun sözleri yeterdi bana. Yeri gelmişken belirteyim; sahnede çok anlatamadım ama ödülü, annelerinin şarkılarından mahrum bırakılan insanlara adadığımı söyleyeyim.
- Aileniz kabullendi mi oyuncu olmanızı, ödüle sevindiler mi?
- Babam hâlâ kabullenmedi. Müteahhitliğe başladı ve beni de yanına çekmeye çalışıyor. Annemse çok titiz bir kadındır. Biz beş kardeşiz ve hepimiz takdir, teşekkür alırdık. Ama annem için yerleri kirletmememiz daha önemlidir. Bunun için ödül alınca "Aferin" deyip geçti.
CANNES'A GİTMEYİ ABARTMAYALIM
- İngilizce bilmeniz Kürt yönetmenler nezdinde bir avantaj sağlıyor mu?
- Evet. İngilizce ve Kürtçe çekilecek filmlerde tercih sebebi olabiliyor. Çünkü İngilizce yavaş yavaş Kürt sinemasına da giriyor. Ama benim dışımda da İngilizce bilen birçok Kürt aktör var.
- Filmleriniz Cannes'da gösteriliyor. Ama sizi çok tanımıyoruz. Neden?
- Çok göz önünde olmayı tercih etmiyorum. Eğer uygun görülürse filminizin Cannes'a gitmesi, sizin festivale katılmanız bu mesleğin doğasında olan şeyler. Abartılacak bir durum yok.
-
Nasıl yani?
- Kürt yönetmen Hiner Selaam'ın
My Sweet Pepper Land filmi Cannes'daki gösterimine oyuncular olarak biz de katıldık. O yıl Türkiye'den Cannes'a Hülya Avşar da gelmiş bir reklam kampanyası için oradaydı. Avşar'ın kırmızı halı seremonisi fazla abartılmış basında. Sonra bizimle ilgili haber yapmışlar, 'Cannes'da unutulan Türkler' diye başlık atmışlar. Oysa film Kürt filmi, filmdeki dört aktör Kürt ve tabii tekzip gönderdik.
NEW YORK ZİHİN AÇIYOR
-
Peki ABD'den bakınca Türkiye nasıl görünüyordu?
- Dünyada yaşayan herkesin New York'u görmesini isterim. Çünkü zihninizi açıyor, vizyonunuzu genişletiyor. Avrupa gibi değil, mesela orada ulus devlet zihniyeti daha baskın. New York'ta o kadar fazla kültür bir arada yaşıyor ki, çok geniş bir kültür skalasını soluyorsunuz. Kültürlerin iç içe bir arada yaşayabileceğini görüyorsunuz.
-
Peki orada Kürt-Türk gerilimi var mıydı?
- Yok, hiç problem yaşandığını görmedim. Central Park'ta Türkiyeli birçok öğrenci çalışıyorduk. Politik tartışmalar yapılıyordu ama herkesin aklı başındaydı.
BARIŞ HERKESİN YARARINA
- New York'tan dönünce insanları, kenti, Türkiye'yi nasıl buldunuz?
- Dışarıdan baktığınız zaman çok geliştiğini düşünmüyorsunuz. Belli bir mesafe alınsa da hem sanatsal hem de politik anlamda insanların bakış açısının çok da değişmediğini gördüm.
- Siz Türkiye'ye geldiğinizde Kürt sorununda belli bir ilerleme kaydedilmişti.
- Barış Süreci Türkiye için çok geç kalınmış bir karar. Ama öte yandan yaklaşık 1.5 yıldır çatışma yok. Toplumun, insanların barış kültürüne alışıp, sahip çıkması halkların birbiriyle empati kurması gerekiyor. Yoksa savaş, kaos herkesin zararına ama barış herkesin yararınadır.