Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

New York: Gotham mı, Mefistoles mi?

"Artık altyapısı çökmüş bir kent New York. Paris bu işi, merkezini bir müze şehir haline getirerek çözdü. Yeni kenti o merkezin dışında kurdu. NY'un pek öyle bir şansı yok. Klasik NY'la çağdaş NY garip bir biçimde buluşuyor. NY çevresinden kuşatılıyor"

Gece yarısına doğru, sanki öğle vaktiymiş gibi, otelin altındaki şık barın önünde içeri girmek için sıra bekleyen birbirinden güzel kızlara bakıp düşünüyorum ve 'İnsan New York'ta her defasında farklı bir zaman geçiriyor' diyorum içimden. Çünkü hem NY değişiyor hem onun içine giren kişi. Beni de bu çekiyor. Mesela son 30 yılda sürekli olarak gidip geldiği bir kenti, hayatının muhasebesini yapmak için bir kerteriz noktası olarak kullanabilir kişi. Ama aynı kenti son 30 yılda dünyanın, kültürün nereden nereye geldiğini anlamak için de dolaşabilir. Hele bu kent NY gibi teknolojinin ve hakim anlayışın doğrudan doğruya, ilk ve en büyük hızla çarptığı bir kent olursa. 30 yılın içinden bu kente baktığım zaman, ne yalan söyleyeyim, öteki güzel, etkileyici, önemli ve büyük oluşumların yanı sıra üç büyük olumsuzluk gözüme çarpıyor ve onları aklımdan geçirince felaket mini etekleriyle kapıların önünde bekleşen, hayata gülümsemekten başka bir şey düşünmüyormuş gibi duran kız kalabalığı müthiş bir tezat teşkil ediyor.

***

Bu kent son 25 yılda sürekli olarak iki büyük korkunun ve bir büyük ideolojinin esiri oldu. 1980'lerin ortasında Soğuk Savaş korkusu hâlâ kentin göklerini geriyordu. Ama kısa bir süre içinde onun tavsamaya başladığı anlaşılınca ortaya AIDS korkusu geldi ve olanlar oldu. Çünkü, AIDS belası, o sıralarda iktidara gelmiş sağ ideolojinin kendisini güçlendirmek için hemen kullanmaya başladığı bir alete dönüştü. Böylece benim 1960'ların ortasındaki Ankara'dan tanıdığım Amerikalılar, neşeleri, yaşama sevinçleri, özgürlük anlayışları, demokrasi tutkularıyla ortadan kalktı. Amerika, karamsar, bıkkın, içine dönük bir yere dönüştü, NY ha keza. Bunu 2000'lerin başında insanlığın ne olduğunu, sırlarını hâlâ bilmediği 11 Eylül faciası izledi. İşbaşında zaten karanlık ayak oyunlarıyla iktidarı elde etmiş, 'neo-con'lar vardı. 'Onlar mı yol açtı bu oluşuma' sorusu bugün de insanların kafasını kurcalıyor. Kurcalıyor, çünkü 11 Eylül sabahından itibaren Amerika, kaybolan neşesini gitgide paranoyaklaşan bir korkuyla büsbütün silip ortadan kaldırdı. NY, o güzel adıyla 'Gotham', artık korkan, yanına yaklaşan birisinden dehşet içinde açılmış gözlerle kaçan insanların kentine dönüştü. Nihayet Obama seçildi ve NY'un da Amerika'nın da başka bir yer olacağı düşünüldü. Tek başına ne yapabilirdi bilmiyorduk ama onun seçilmesi bile korku çağının sona erdiği anlamına gelebilirdi. Beklentinin ne kadar gerçekleştiğini bir yıl sonra yapılacak seçimde cevaplayacak Amerikalılar, ama o arada iki şey oldu. Önce çok ağır bir ekonomik kriz vurdu Amerika'yı. Bir çırpıda her şey altüst oldu, insanlar işlerini, evlerini, paralarını kaybettiler. Bir de şu var, işin bam teli: Tamam, Spruce Street'te Frank Ghery'nin yeni 'ondülasyonlu' gökdeleni yapıldı, bitti, dünyanın en önemli mimarları ardı ardına yeni yapılarını bitiriyor, kısacası NY hala şatafatlı, yeni, yenilikçi bir kent olma niteliğini taşıyor, taşır gibi görünüyor, duruyor ama gerçek şu ki, burası artık çok eskimiş bir kent. Trenle, arabayla Amerika'da dolaşınca insan bu ülkenin büyüklük duygusu içinde kaybolur ve bu çok lezzetli bir histir, insanı sarar. O büyük peyzajı kontrol eden insan emeği ve aklı, izleyende gerçekten bir yücelik duygusu uyandırır. Gelin görün ki, bu Amerika 19. yüzyılda inşa edildi. NY da öyle. 20. yüzyılın imkanlarını ve katkılarını unutmamak gerek ama artık o da uzak bir çağ. Kısacası, altyapısı çökmüş bir şehir var ortada. İşlemeyen trenleri, sıcaktan girilmeyen metroları, bozuk yolları, aydınlatılmayan sokakları ile iyice kullanılıp yıpranmış bir kent. Oysa şu andığım son 25-30 yılda dünya bütün tarihini ve bilincini altüst edecek yeni gelişmelere de tanık oldu. Bunların başında elektronik teknolojisi geliyor. Akıl almayacak bir güç. Her şeyi küçültüyor, inceltiyor, ortadan kaldırıyor, yeniliyor. Üstelik müthiş bir estetik üretiyor. Hem aygıtlarıyla hem içerdiği ideolojiyle. Minimal, saydam, hafif bir estetik bu. Yanı sıra bu anlayış 'yeşil dünya' kavramını üretti. Şimdi iç mimariden giyime, yiyilip içilenden kullanılan arabaya kadar her şey bu anlayıştan payını alıyor. Bununla birlikte düşününce, NY'un eskiliği büsbütün çıkıyor ortaya. Bakalım nasıl olacak bundan sonrası? Paris bu işi, merkezini bir müze şehir haline getirerek çözdü. Yeni kenti o merkezin dışında kurdu. NY'un pek öyle bir şansı yok. En fazlasından eskinin yıkık dökük semtlerini alıp daha mutena bir yere dönüştürüyor. Böylece eskiyle yeninin büsbütün iç içe geçmesine yol açıyor. Klasik NY'la çağdaş NY garip bir biçimde buluşuyor. İşte böyle... Eski NY hakikaten eski. Öte yandan eski NY'un ruh olarak yerinde yeller esiyor. Yani şehir mekan olarak yeniyse de ruh olarak bir garip. Acaba diyorum şu Washington Irving'in adlandırmasıyla Gotham kenti denen NY bir 'Mefistoles Kent' olmasın?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA