II - Ruhsal Randevu!
Gökdelenlerin arasında kendini kaybedenler, Central Park'ta yeniden benliğine kavuşuyor…
Manhattan gezimize dün başlamış, 5. Avenue üzerindeki yürüyüşümüzde öğle saatlerinde nihayet Central Park'a varmıştık.
3.5 km uzunluğundaki devasa park! Gökdelenlerin, trafiğin, koşturmacanın, hareketli New York hayatının ortasında bir mola, bir vaha… Yeşil de orda, sincaplar da, faytonlar da, geniş çayırlar, göller, çiçekler, çeşit çeşit ağaçlar, top oynayan, yerlere serilmiş kitabını okuyan, gölde sandalla gezinen insanlar da…
New York'a gelirken Broadway, müzikaller, mağazalar, müzeler derken pek çok hayale kapılıyor insan… Ama geldikten sonra sizi teslime alan en güçlü şey Central Park oluyor… Kent yaşamında sıkışmış insanlar için, böyle bir mekanın varlığı gerçekten mucize… Çünkü orası sadece bir park değil… Adeta Manhattan'da akıp giden hızlı ve mekanik yaşamın ritmine karşı bir antitez, karşıt bir yaşama alanı… Günün rutininde ruhunu kaybetmişlerin yeniden ruhuna kavuştuğu, benliğiyle randevulaştığı mekan!
Öğle saatlerini geride bırakan mideme Central Park'ın atmosferi ve havası da destek çıkınca, zihnim aynen gerekli komutu alıyor ve ayaklarım da gezi plandaki ilk restoranın yolunu tutuyor… Size tavsiyem buraya gelmeden önce mutlaka www.opentable.com üzerinden yemek mekanlarınızı seçip rezervasyonlarınızı yapmanız… Aksi takdirde sokaklardaki restoran bolluğu içinde hem seçim yapmakta güçlük çekersiniz, hem de iyi yerlere girdiniz mi rezervasyonsuz misafir olarak dakikalarca masa beklersiniz…
Ben ilk yemeğimi 46. Cadde'deki Bourbon'da yiyorum… Güney Louisiana'daki etnik bir grup olan Cajunlar'ın mutfağını yansıtan, gerek müzikleri gerekse dekor ve atmosferiyle insana kendisini 1920'lerin New Orleans'ında hissettiren bir yer burası… Tek kelimeyle bayıldım!
Yemek sonrasında günümün geri kalanına şehrin diğer önemli noktasına, Soho'ya yönelerek devam ediyorum… Burası da güzel kafeleri, restoranları, butikleriyle cıvıl cıvıl bir yer… Saatlerce dolaşsanız yine yeni bir mekan, yine farklı bir mağaza çıkıyor karşınıza… Ve yorgunluğunuz akşama doğru doruk noktasına vardığında, vücut saatiniz yeniden yemek vaktinin yaklaştığını haber veriyor…
Akşam yemeğinde, şahane bir Küba restoranında buluşmak üzere…
Sabah 08.00 itibariyle otelin olduğu Times Square'den iki paralel aşıp 5. Avenue'dayım… Kocaman binalar, lüks mağazalarla dolu, ucu bucağı belli olmayan o meşhur yol… En iyisi, güneyde 34. Caddede Empire State binası ve kuzeyde de 59. Caddede Apple mağazası ile 5. Avenue sınırlarınızı çizmek. Zaten her şey bu aralıkta olup bitiyor…
Ben de yürüyüşüme Empire State'den başlıyorum… Sevgili King Kong'un tepesine sığındığı, aklımda hep film karelerinden kalmış Empire State… Öyle yüksek ki, hele de yanına yaklaşınca en üst noktasını görmek tamamen imkansızlaşıyor…
5. Avenue üzerinde kuzeye doğru yürüyüşüm sürerken solda bu kez Rockefeller Center görünüyor… Empire State'den daha sevimli olduğunu söyleyebilirim… Önündeki rengarenk çiçekler, minik süs havuzundan akan suyun taş binalardan belli belirsiz yankılanışı ve avlusuna serilmiş insanlarıyla…
Her seyahatin bir uyanış anı vardır bana göre… İşte New York'tan da tam bu noktada, Rockefeller Center'da keyif almaya başlıyorum…
Ve… 5. Avenue'nun kendimizce belirlediğimiz kuzey sınırı olan Apple mağazasına ulaşınca, hemen solumuzda kentin gözbebeği, bana göre güzellik ve farklılık merkezi Central Park başlıyor.
3.5 km uzunluğundaki parktaki yürüyüşümüzde, yarın buluşmak üzere…