Tristan Vox'u, yaşadığı şehir Paris'te tanıyan veya hatırlayan biri kalmış mıdır? Sanmam.
Radyonun düşlerimiz ve düşüncelerimiz üzerinde mutlak egemenliğe sahip olduğu dönemin kahramanlarındandı Vox.
Her akşam geç bir vakitte...
Yorgun düşmüş bir hayatın izlerini taşıyan boğuk sesiyle özellikle kadın dinleyicilerin ruhunu okşardı!
Yüzlerce mektup gelirdi radyoya onun için.
İç dökmeler, vaatler, tehditler, haykırışlarla dolu yüzlerce mektup...
***
Tristan Vox takma adıydı.
Altmışına merdiven dayamış bu adamın gerçek adını, yüzünü, kimliğini radyo müdürü, sekreteri ve karısından başka kimse bilmiyordu.
Kimsenin dikkatini çekmemiş bir tiyatrocuyken
radyoda program yapmaya başlayınca sanki sihirli bir değnek harekete geçmiş,
kabak bir anda saltanat arabasına dönüşmüştü!
İlk iki haftadan sonra radyo müdürü onu çağırıp dinleyici sayısının katlanarak arttığını ancak herkesin
Tristan Vox'u bambaşka biri olarak hayal ettiğini söylemişti. Bu yüzden kimliğini saklayacak ve stüdyo saatlerinde radyoya kimse alınmayacaktı.
***
Hikâyenin sonrası mı?
Acıklı bir güldürüdür!
Bir gün haftalık radyo program dergisi
Radio-
Hebdo bir fotoğraf yayınladı. Fotoğraf sıradan bir tenisçiye aitti fakat akıl almaz bir karışıklıkla altına
Tristan Vox diye yazılmıştı.
Ortalık yıkıldı. Ve tenisçi bir gün stüdyoya geldi.
Ne garip! Adam kamuoyunun kendisini Tristan Vox olarak tanımasından çok hoşnut olmuştu.
Tam o sıralarda
Vox'un sekreteri ona bir yıldır Yseut adıyla müstehcen mektuplar gönderen kadın dinleyicinin kendisi olduğunu açıkladı ve intihara kalkıştı.
Bu kadarı fazlaydı! Düpedüz saçmalıktı olup bitenler!
Kahramanımız hiç duraksamadan emekliliğini istedi ve evine çekildi.
***
Her akşam yakındaki bir kahveye gitmeyi alışkanlık edinmişti.
Bir akşam erken döndü eve.
Karısı Amelie ve komşu kadın radyoya kendilerini öyle bir kaptırmışlardı ki, geldiğini fark etmediler.
Radyodaki genç, sıcak ve sevimli sesin kendisini
"Tristan Vox" diye tanıttığını işitti.
Demek oyun sürdürülüyordu!..
Ertesi gün aldığı derginin kapağında o tenisçi vardı ve üzerinde dev harflerle
"Tristan Vox" yazıyordu.
Kahramanımız birkaç gün sonra da dış kapının önündeki konsolun üzerinde
Vox'a postalanmak üzere hazırlanıp unutulmuş bir zarf gördü.
Zarftaki gönderen yerinde karısı
Amelie'nin adı vardı.
***
Anlattıklarım aslında
Michel Tournier'in çok sevdiğim
Tristan Vox adlı uzun hikâyesinin özeti!..
Nereden mi aklıma geldi?
Birkaç haftadır radyocular paneller düzenleyip
"sesin büyüsü"nü tartışıyorlar.
Soru şu...
Radyonun etkisi tv'ninkinden daha derin ve daha fazla mı? (Siz de içinizden kendinize sorun bakalım!)