Tercüman'ın yazarı ve Ankara'daki yöneticisi idik.
Yalçın'ın yazdığı gibi, bir gün Sıkıyönetim bir bildiri yayınladı ve "gazeteyi kapattı."
Başbakan'ı aradık... Almanya'daydı.
Sıkıyönetim'e, Genelkurmay'a falan ulaşmaya çalıştık... Kapı "duvar."
***
Başbakan Özal Almanya'dan döndü.
Görüşmek için Özel Kalem'ine not bıraktık... Az sonra Özel Kalem Müdürü Tevfik Ertürk aradı:
- Sayın Özal sizi hemen Başbakanlık Konutu'nda bekliyorlar.
***
Turgut Özal "
tonton... Sıcak... Dost... Bizi öptü, kucakladı."
Eşimizi, çocuklarımızı sordu... Çay söyledi...
Ama "
asıl konuya... Gazetenin kapanmasına" girmedi.
Dayanamadık... Soğuk ve kırgın bir ifadeyle "
konuyu" açtık:
- Gazetemiz kapandı.
- Ben de sana onu soracaktım... Neden kapandı?
- Efendim Başbakan sizsiniz... Size bunu sormaya geldim.
- Dur dur sakin ol... Öfkelenme... Kapanınca Kemal (Ilıcak) ne yaptı?.. Sen kimleri aradın?.. Ne dediler?.. Ne zaman açacaklar?
***
Eski hukukumuz var... Belki biraz da "
sınırı" aştık.
"
Demokrasi" dedik... "
Demokrasilerde, bir ülkede olup bitenden birinci derecede sorumlu kurum Meclis'ten güvenoyu alan hükümettir" dedik... "
Siz Başbakan'sınız" dedik... "
Tek başınıza iktidarsınız" dedik... Dedik de dedik.
Rahmetli... Tonton... Sevecen... Kalktı, elimizi tuttu:
- Sakin ol... Gel üst kata çıkalım... Semra Hanım da seni görmek ister... Bir şeyler yeriz, sohbet ederiz. Yazdıklarımızın fazlası yok, noksanı var.
Sıkıyönetim "
Başbakan'dan habersiz" gazete kapattı... Başbakan dahil kimse de "
gık" çıkaramadı.
Ve günler geçti... Sıkıyönetim "
gazetenin gerekli dersi (!) aldığına" kanaat getirdi... Tercüman'ın "
açılmasına" karar verildi.
***
Hey gidi günler... Yalçın Doğan'ın yazısı bize neler hatırlattı, neler...