Türkiye'nin en iyi haber sitesi
SÖZÜN ÖZÜ ÜNAL ERSÖZLÜ (EGE)

Hayat notları: Eski ve yeni

Meksika'da çok ünlü bir antropoloji müzesinde adı "zamanın cenaze töreni" olan küçük ve taştan bir anıt duruyormuş.
Yeni zaman, geçmiş zamanı simgeleyen kuru kafalarla çevriliymiş ve kalıntıların içinden fışkırırmış. Bu görüntü aslında bir Aztek efsanesini anlatıyormuş.
Meksika'da Aztekler, her yılın ilk başlangıcında eskiyen zamana bir cenaze töreni düzenleyerek gönderir ve yeni bir zamanı karşılarlarmış.
Bu tören hem zamandaki değişimi, hem de eskiyen zamanın artık sonunun geldiğini, yeni zamanın da bir gün değişerek ve yaşandıktan sonra yitip gideceğini anlatırmış.
Etkileyici bir efsane değil mi?
Gerçekten de zaman, neredeyse koşturarak akıp gidiyor, yeni zamanlara doğru.

***
Ve yeni zamanlar eskinin bağrından fışkırıyor, Aztek efsanesinde olduğu gibi.
Aztek efsanesine dönersek, kendimize baktığımızda Türkiye'de de "zamana bir cenaze töreni" düzenlemek geliyor insanın içinden.
Eskiyen her şeyin içinde olduğu zamana ciddi bir tören.
Eskiyen politikaların, çürümenin, yozlaşmanın, hazineden geçinmenin, biraz da yalanlarla örülen resmi tarihin uğurlandığı bir tören. Özellikle Türkiye'nin zamanını çalanlar için "zamana bir cenaze töreni" düzenlenmeli.
***
Turizmin yoğun olduğu her bölgede hepimizin dikkatini çeken bazı görüntüler vardır.
Bunlardan biri de hangi yaştan ya da hangi kültür seviyesinden olursa olsun; özellikle Avrupalı ve Rus turistlerin, ellerinde bir kitapla bir köşeye çekilme halleridir.
Popüler kültür, günümüz insanını çevrelemiş durumda.
Ama bu olumsuz manzaraya, televizyonun aptal bir içerikle insanları teslim almasına rağmen, kim ne derse desin farklı ulusların insanları, bizlerden daha çok okuyorlar.
Yani bizler, popüler kültüre daha çok teslim olmuş durumdayız.
***
Çevrenize dikkatle bakarsanız, okuyan insanların giderek azaldığını, okumanın insanlar tarafından gereksiz bir eylem olarak görüldüğünü daha iyi algılarsınız. Garip değil mi?
Bizde belki de bu nedenle "düşünmenin geçinmeye faydası yoktur" diyen eski bir atasözü de vardır. Demek ki "okumak" ve ardından "düşünmek" eylemi biraz geleneğimizde de hor görülmüş.
Geçen gün bir yazıda Goethe'nin "seksen yıllık ömrümün yarısından fazlasını okumaya verdim, yine de kendimden hoşnut değilim" dediğine rastladım.
Goethe'ninki çok yoğun bir okuma durumu elbette.
***
Yine "okumak" üzerine kaleme alınmış bir başka denemede de; bir zamanlar Arjantin'de Peronist hükümetin, aydınları, yazarları, gazetecileri küçümsemek, onları halkın gözünde aşağılamak için, halka "ayakkabılara evet, kitaplara hayır" sloganları attırdığı yazılıydı.
Biz yine de "yetişkin zekaları kitaplarla beslenmeyen uluslar yok olmaya mahkumdur." diyen Ovidus'u anımsamalıyız. Çünkü bizim özellikle son yıllarda çok okumayan bir ulus olduğumuz gerçeği, Cumhuriyet'in ilk yıllarında yetişmiş kuşaklara göre günümüzde daha acıtıcı bir şekilde öne çıkıyor. Bu gerçeği atlamamak, kendimizi daha iyi tanımak için önem taşıyor.
***
Mc Donalds'ın kurucusu Ray Kroc, uzun yıllar denizaşırı şubeler açarak, dünyaya yayılmalarını "hamburger diplomasisi" olarak adlandırırmış.
Gerçekten de hamburger diplomasisi dünyayı bir ağ gibi saralı çok oldu.
Hamburger kendisine özgü lezzetiyle bir yemek alışkanlığı haline gelmekten de öte bir yaşam biçimine işaret ediyor. Belki de Ray Kroc'un anlatmak istediği tam olarak buydu. Bu diplomasi öylesine incelikli olarak sarıyor ki hayatımızı; her şeyi ayaküstü hale getiriyoruz. Günümüzde her şey hızlı, ayaküstü ve eskilerin deyimiyle ekmek arası.
Nedense tam bir hamburger toplumu olduk. İnsan ilişkilerimiz ayaküstü.
Sevgilerimiz, değerlerimiz ayaküstü tüketiliyor. Sanki ayaküstü yaşıyoruz gibi. Ayaküstü ve ekmek arası. Ray Kroc bizi tanısaydı, Mc Donalds'ın olağanüstü sosyal başarısı ile mutlaka övünürdü.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA