Türkiye'nin en iyi haber sitesi
TULU GÜMÜŞTEKİN

AB sürecinde başmüzakerecilik...

Avrupa Ombudsmanı Nikiforos Diamandouros, bu hafta Türkiye'yi ziyaret etti. Ortaköy'deki ABGS temsilciliğinde Ombudsman için düzenlenen bir kahvaltıya, Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış'ın davetiyle katılma fırsatı buldum. Son Anayasa değişikliğiyle Türkiye'de kurulacak olan ombudsmanlık müessesesi için Diamandouros'un görüşlerini almak son derece ilginç oldu. Yasa tasarısı Meclis Başkanlığı'na sunulmuş bulunuyor. Yakın bir gelecekte bizim de bir Ombudsmanımız, yani "kamu denetçimiz" olacak. AB sisteminde çoğu zaman, ulus-devlet çerçevesinin dışında, ulusal siyasete benzemeyen dinamiklerin geliştiğini, bunun da kurumsal yapıdan kaynaklandığını Avrupa Ombudsmanı'nın açıklamaları bana hatırlattı. Belki de bu yüzden, AB müzakereleri için oluşturulmuş olan Başmüzakerecilik kurumu, nevi şahsına münhasır yapısı itibarıyla yeni bir dinamik yaratabiliyor diye düşündüm.
Aslında kamuoyunda bu ziyaretle ve bu yeni kurumla ilgili fazla bir şey de tartışılmadı, bunun iki nedeni var: Birincisi, Avrupa Parlamentosu'nca kabul edilen ve gayet sert ifadelerle donatılmış olan raporun gündemi büyük ölçüde tekeline alması; ikincisi ise, AB konusunda ciddi bir ilgisizlik hüküm sürüyor olması... İlgisizliğin sebebi, müzakere sürecinin çok sıkıntılı bir aşamada olması... Normal koşullarda, müzakereler bir aday ülke için açıldıktan sonra, AB'nin genel olarak aday ülkelere yol gösteren ve destek veren bir tutum sergiler. Ancak bizim için bu hiç de böyle olmadı, 2005'te başlayan bu süreç, daha ilk senesi dolmadan sekiz başlığın Güney Kıbrıs yüzünden askıya alınmasıyla yara aldı.
2007'de, Türkiye'nin bu müzakereleri sürdürmekten çekilmesi için her şey hazırlanmış, Fransa'da iktidara gelen Nicolas Sarkozy, kendi hesabına beş başlığı, tam üyelik hedefine karşı olduğunu vurgulayarak fiilen askıya almış, ilişkiler gene eski hamam eski tas denebilecek bir atalete doğru gitmeye başlamıştı.
Bu aşamada, devreye hem Başbakan'ın siyasi girişimi, hem de beklenmedik bir unsur ortaya çıktı. Türkiye'de hükümet, AB ile ilişkileri sürdüreceğini ve müzakereleri Kopenhag kıstasları olmazsa Ankara kıstasları haline getirerek uygulayacağını açıkladı ve bir anlamda AB'ye rest çekti. Bu adım atıldıktan bir süre sonra, "beklenmedik unsur" ortaya çıktı ve sadece bu görevi yüklenecek genç bir isim Başmüzakereciliğe getirildi. Böylelikle AB ile ilişkilerde bir "Egemen Bağış" dönemi başlamış oldu.

Yeni bir başmüzakereci

Egemen Bağış, hangi açıdan bakılırsa bakılsın, çok zor koşullarda bu görevi devralmıştı. Türkiye'de Dışişleri Bakanlığı dışında bir kurumun, dış ilişkiler alanında inisiyatif sahibi olması hiçbir zaman gerçekleşmemiş bir olguydu. Çok önceden kurulmuş olan AB Genel Sekreterliği ise, uzun yıllar süren bürokratik anlaşmazlıklar sonucu büyük ölçüde tayinleri yapılmayan, desteklenmeyen, çok aktif olması da sanki istenmeyen bir kurum haline gelmişti. Bağış, önce kurumun önünü açacak adımları attı, bir yasanın çıkartılmasını sağladı, kendi ekibini kurmaya soyundu. Devlet Bakanı ve Başmüzakereci olarak, o güne dek kimsenin yapmaya yanaşmadığı bir siyaseti tarzını benimsedi. Her şeyden önce, AB ülkelerinde devamlı görünen, haftanın bir gününü mutlaka Brüksel'de geçiren, iyi yabancı dil bildiği için görüşmelerini verimli biçimde kullanan, iç siyasette olduğu kadar, AB ülkelerinde de sesini duyuran bir Başmüzakereci görüntüsü çizerek, bugüne dek oluşmuş ve kemikleşmiş ezberleri bozdu. Sayıları yirmi yediyi bulan AB ülkelerini hiçbir zaman boşlamamaya dikkat ederek, Güney Kıbrıs haricinde tüm başkentleri birkaç kez ziyaret etti, AB hükümetlerindeki bakanlarla kişisel ilişkiler kurdu ve derinleştirdi. AB medyası için bilinen bir isim haline geldi. Bunları yaparken, diplomatik ve düşük profilli bir üsluptan çok, gündemi harekete geçirecek, çoğu zaman provokatif ünlemler ve fikirleri kullanan, ses getiren ve dikkat çeken bir yaklaşım oluşturdu.

Türkiye'nin uyum düzeyi

Son olarak bu hafta içinde yaptığı açıklama, Egemen Bağış'ın AB ile ilişkilerde, özellikle iç koordinasyon açısından varılan noktayı gözler önüne sermesi ilginç oldu. Bağış'a göre, siyasi engellerin kalkması halinde Türkiye, yirmi dokuz faslı açabilecek, en az on üç faslı da geçici olarak kapatabilecek düzeye gelmiş bulunuyor.
Otuz beş faslın yirmi dokuzunun kapanabilecek olgunluğa gelmesi ise, AB terminolojisinde aday ülkenin üyeliğe hazır olduğunu gösterir. Geri kalan bölümler, üyelik için AB içinde nasıl dengeler oluşturulabileceği ile ilgilidir. Son olarak kabul edilen Ticaret ve Borçlar kanunu da, Türkiye'deki uyum çalışmalarının, sanılanın aksine çok ciddi bir değişikliği adım adım gerçekleştirdiğini gösteriyor. Öte yandan da, gayet çelişkili biçimde, AB'ye uyum açısından en fazla yaklaştığımız dönemde, siyasi ilişkiler düzeyinde, temel hak ve özgürlükler kavramları üzerinde çok ciddi bir restleşme sürecindeyiz. Bu paradoks konusuna önümüzdeki haftalarda tekrar döneceğim.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA