Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Altın çağdaşlaştırma ile tarihselleştirme arasında

Toplumumuzun en ciddî sorunlarından birisi de ulusdevletinin oluşumu sürecini "tarihselleştirme" yerine "altın çağdaşlaştırma"yı tercih etmesidir. Bunun Erken Cumhuriyet dönemini tarihselleştirmemizin tehlikeli bir ideolojik boşluk yaratacağı varsayımından kaynaklandığı şüphesizdir. İdeolojik yol göstericiden yoksun kalma korkusuyla yapılan bu fedakârlık ise beraberinde günümüz toplumunu bir asır öncesinin değerleri üzerinden şekillendirme maliyetini getirmektedir.
"Altın çağdaşlaştırma" tercihinin, bu mahzurun yanı sıra, geçmişimizi anlamamız ve ondan bir laboratuvar olarak istifade etmemizin önünde de önemli bir engel oluşturduğunu belirtmek gerekir. Başka bir ifadeyle bu yaklaşım "Cumhuriyet," "Kurucu Felsefe" benzeri ifadelerle kültleştirerek kavramsallaştırdığımız ve kutsallaştırarak altın çağdaşlaştırdığımız yapının muğlâk bir karakter kazanmasına neden olmaktadır.
Söz konusu muğlâklık bir yandan her kült ve altın çağ gibi, bu yapıların da yorumlar aracılığıyla yeniden üretilmesine yardımcı olmaktadır. Ancak bu özellik öte yandan da, bu tür efsâneleştirmelerde görüldüğü gibi, gerçekte, "neyi altın çağdaşlaştırdığını bilmeyen" bir toplum yaratmaktadır, ki bunun sakıncaları oldukça fazladır.
Dolayısıyla yaptığımız atıfların sıklığına karşılık, tarihselleştirmek yerine efsâneleştirdiğimiz ve değişik bağlamlarda yeniden üretmeye çalıştığımız yapı hakkındaki bilgimiz yok denecek kadar azdır. Tarihselleştirilen bir dönemi mükemmelleştirmek, altın çağdaşlaştırmak ve kutsal bir zırha büründürmek mümkün olmadığı için bu bilgi yoksunluğu, yapılan işlem açısından, bir gerekliliktir.
Son tahlilde kurucu liderin vecizeleri, onun İmparatorluktan Cumhuriyet'e geçiş ve ulus-devlet inşaının ilk yıllarını kendi görüş açısından yorumladığı kitabı, Tek Parti'nin altı oku benzeri referanslara başvurularak yorumlanan, "altın çağdaşlaştırılan" ve günümüze yol göstermesi istenen dönem ve onun dayandığı düşünce temellerinin derinliğine incelenmesi gerçekte zannettiklerimizden oldukça farklı yapı, ilke ve siyasetleri altın çağdaşlaştırdığımızı ortaya koyacaktır.
Erken Cumhuriyet ideolojisi üretildiği zaman diliminin "bilim," "din," "millet" ve "ırk" kavramsallaştırmalarını yansıtmaktaydı. Genellikle varsayıldığının aksine tersine 1922 sonrasında kendiliğinden ortaya çıkmayan, on dokuzuncu asır nihayetinden itibaren Jön Türk, II. Meşrutiyet ve daha sonra Erken Cumhuriyet tartışmaları etrafında, bir süreç içinde şekillenen bu ideoloji, on dokuzuncu asır popüler bilimciliğini temel alan, siyasî düzeyde ise Fransız Üçüncü Cumhuriyeti'ni otoriter yollarla gerçekleştirecek bir yapıyı düşlemekteydi. Tekrar ifade etmek gerekirse bu 1922 sonrası için olağandışı radikallikte bir ideoloji değildi. 1871'de başlayan Üçüncü Cumhuriyet entelektüel mehabetinin zirvesindeydi, popüler bilimcilik morfolojik, antropolojik çalışmalar ve frenoloji aracılığıyla "ırk" ve "millet" tanımlarını da şekillendirmeye başlamıştı, yaşayan lider kültlerine dayalı, demokrasileri küçük gören "ilerlemeci tek partiler" yaygın kabûl gören siyaset araçları haline gelmişlerdi.
Toplumumuzun günümüzde karşılaştığı temel sorun ulus-devlete geçiş sürecinde bu temellere dayanan bir ideoloji yaratılmış olmasından ziyade onun dönemi üzerinden altın çağdaşlaştırılmasıdır. Otoriter ilerlemeci, lider kültüne dayanan siyaset yapımı, "din"i rakibi olarak gören, kendini kutsallaştıran bilimcilik, ırkî antropoloji temelli milliyetçilik sacayakları üzerinde yükselen bir zihniyetin şekillendirdiği dönemin toplumumuzun altın çağı haline getirilmesinin en önemli sonucu bu zihniyetin kendini ideolojik olarak yeni referanslarla yeniden üretmesini sağlamasıdır.
1960 sonrasının kendini sol referanslar üzerinden tanımlayan Türk Baasçılığı ile günümüzün seküler milliyetçilik temelli Ulusalcılığı bu yeniden üretimin ilginç misâlleridir. Her iki ideolojinin de "otoriter ilerlemeci," dini toplumsal gelişme önünde ciddî bir engel olarak gören "bilimci" ve yer yer ırkçı söylemler kullanan milliyetçi tezlerin karışımından oluşması, çoğulculuğu "karşıdevrim," demokratikleşme çabalarını "cici demokrasi" benzeri sıfatlarla aşağılaması şüphesiz tesadüf eseri değil, söz konusu altın çağdaşlaştırmanın ürünüdür.
Burada söylemeye çalıştığımız Erken Cumhuriyet'in reddedilmesinin gerekliliği değildir. Unutulmaması gerekir ki, geçmişe yaklaşım açısından redd-i mirâs, altın çağdaşlaştırmadan pek de farklı değildir. Yapılması gereken dönemin kendi bağlamında ve koşulları göz önüne alınarak tarihselleştirilmesidir.
Toplumumuz büyük fedakârlıklarla kazanılan bir savaş sonrasında, ulus-devletin inşa edilmesinde diğer imparatorluk mirasçıları ile kıyaslandığında ciddî bir başarı kazanmıştır. Ancak bu süreci bu nedenle seksen yıl sonra "ideal," günümüzü de "idealden sapma" olarak kavramsallaştırmak, bu zeminde bir "cumhuriyet- demokrasi" ikilemi yaratmak toplumumuzun güncel sorunlarına anlamlı cevaplar vermesinin önünde ciddî bir engel oluşturur. Dönemi altın çağdaşlaştırmak veya reddetmek yerine tarihselleştirdiğimizde, onu oluştuğu ortam içinde değerlendirmek, günümüz için bir laboratuvar olarak kullanmak mümkün olur ki, bu da zikrettiğimiz ikilemi ortadan kaldırmamıza yardım eder.
Erken Cumhuriyet altın çağdaşlaştırılması konusu ele alınırken değinilmesi gereken bir diğer husus da onun alternatifinin redd-i miras ya da farklı çağların, meselâ Osmanlı geçmişinin, benzeri bir işleme tabi tutulması olmadığıdır. Erken Cumhuriyet gibi, bu geçmişin de monolitik biçimde altın çağdaşlaştırılması, mükemmelleştirilmesi ve günümüze ışık tutması gereken bir "ideal" olarak kavramsallaştırılması benzeri sorunlar yaratmakla kalmaz, aynı zamanda anlamsız bir "altın çağlar savaşı"nı başlatır.
Konuya daha soğukkanlı biçimde bakabileceğimiz bir misâl yardımıyla yaklaşırsak, Sovyetler Birliği'nde 1917 sonrasında çekilen acılar, yaşanılan trajediler, Çarlık dönemini sorunsuz, her şeyin mükemmel olduğu bir zaman dilimi haline getirmez. Dolayısıyla ne Erken Sovyet ideolojisinin kutsanması yoluyla 1917- 1924 döneminin, ne de Çarlığın kültleştirilerek Ekim Devrimi öncesinin monolitik olarak altın çağdaşlaştırılması, günümüz toplumuna sorunlarını kavramakta fazla yardımcı olmaz.
Geçmişini tarihselleştirmiş bir Türkiye, altın çağ savunucularının iddia ettikleri gibi kendisini ideolojik bir girdap içinde bulmaz. Tam tersine "cumhuriyetdemokrasi" ikileminden kurtularak sorunlarına günümüz değerleri çerçevesinde cevap verme yeteneğini kazanır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA