Türkiye'nin en iyi haber sitesi
SOLİ ÖZEL

Kimlik yırtılması

Mimarından pek hoşlanılmasa da dünyada bir yeni düzen kuruluyor. George Bush'un ikinci kez başkan seçilmesinden sonra en azından mimariyi etkileme amacıyla diğer ülkeler de ABD ile diyalog hatlarını açmaya başladı. Dünyada gerçekleşmekte olan büyük değişikliğin başladığı veya sahnelendiği yerlerin hemen hepsi de Türkiye'nin etrafında . Üstelik Türkiye hem başmimarla uzun süreli bir ittifak ilişkisine sahip, hem de yardımcı mimarların başlıcalarının birliğine girmeye çalışıyor.
Bu durumda Türkiye'nin etrafında olup bitenleri iyi izlemesi ve yaşananlar hakkında gerçekçi değerlendirmeler yapması gerekiyor. Hatta, etrafında yaşanan değişimleri etkileyebilmesi kendisinin de mimariye ilişkin bazı tasarımlar geliştirmesine bağlı. Bu tasarımların kabul görebilmesi, en azından tartışılabilmesi içinse Türkiye'nin bu işte etkili olacaklarla ortak bir dil üretmesi de önemli.
Tabii bunu yapabilmek için gerçekten dış dünyada neler olduğunu merak etmek bir ön şart. Buna ek olarak dış dünyayla ilişkiyi bir düşmanlık ilişkisi gibi kurgulamamak gerekiyor. Ama 17 Aralık zirvesinin ardından Batı'ya ilişkin kuşku ve önyargılarının depreşmesinin de etkisiyle ilişkilere neredeyse yalnızca o mercekten bakılıyor.

Kalıplardan
taşmak
Öyle olunca da maddi çıkarları gereği AB ülkeleri/piyasaları ile en yakın ilişkileri kurmuş kişi ve gruplarda bile AB'ye yönelik bir kuşku, kaygı, giderek öfke var. Keza ABD'nin dış politikasında yaptıkları Türkiye'yi doğrudan etkilediği için bu ülkenin politikalarından duyulan hoşnutsuzluk genel bir şiddetli tepkiye de dönüşüyor.
Bu tepkilerin haklı gerekçeleri olduğu gibi, içe kapalılıktan, diğer ülkelerdeki gelişmeleri izlememekten, oralardaki dinamikleri anlamamaktan gelen nedenleri de bulunuyor. Ancak galiba asıl sıkıntı, dışarıda yaşanan gelişmeler sonucunda içeride alışılmış kalıpların dışına çıkan işler yapılması gerekliliğinden kaynaklanıyor. Cumhuriyet tarihinin belki de en büyük kimlik yırtılması biraz bu nedenle yaşanıyor.
Bir yandan Türkiye kendi geleceğini Batı'da görüyor, diğer yandan Batı'nın kendisini bölmeye, yok etmeye iman ettiğine inanıyor. Bugüne kadar Batıcılık bayrağını taşıyanlar Batı'nın talep ettiği demokratikleşmeden, çoğulculuktan korkarak içe kapalı milliyetçiliğe sığınıyor. Zaten dinci/milliyetçi alanda olanlar kendi inançlarının ipine daha da sıkı sarılıyor.

Bizler
ve ötekiler
İçeride Kürtler'in, giderek artan ölçüde Aleviler'in hak taleplerinde bulunması, dışarıdan Ermeni konusunda gelen baskılar bu duygusallığı daha yoğun hale getiriyor. Siyasette milliyetçi bir dalgayı kabartarak kendilerine iktidar alanı açmak isteyenler de yangına körükle gidiyor. Kimlikler mutlaklaştırılıyor ve bu söylem üzerinden şiddet çağrıları yapılıyor. Bu gidişin ülkenin ve halkın büyük çoğunluğuna zarar vereceğini düşünenler ise kaba bir şekilde bastırılmak isteniyor.
Halbuki Türkiye, insanların dar kimlik kalıplarına sığdırılamayacağı, kimliklerin çoğul olduğu bir tarihe sahip. Nuriye Akman'ın Zaman gazetesinde kendisiyle yaptığı mülakatta İttihat Terakki dönemini en iyi bilenlerden Şükrü Hanioğlu bu bağlamda şu tespiti yapıyor: "1915 öncesi toplumsal gerçeklikte Müslümanlar ve Ermeniler birbirileri için 'öteki' olabildiği kadar 'biz' içinde de birleştikleri bir dünyada yaşıyorlardı... Bu anlamda farklı inançlar dahi bir genel kültürün parçaları haline gelebiliyor, 'bayramlaşma', 'yortu kutlama', 'Öteki' kadar daha geniş bir 'biz'in de unsurları olabiliyorlardı."
Şu tarihle barışma işine önce Osmanlı düzenini ve toplumsal dinamiklerini doğru anlayarak başlamak gerekiyor herhalde.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA