Bugünlerde gazetelerde "Expo 16 için bir sembol aranıyor" diye bir haber okuyunca, ilk aklıma gelen "Saat Çiçeği" oldu. Esas anavatanı Arjantin olduğu söylenen bu çiçek, benim çocukluğumda birçok evin bahçe duvarlarını süsleyen güzel bir çiçekti. Kol saatinin yaygın olmadığı yıllarda, bir iple bileğimize bağlar, kol saatimiz varmışçasına kendi kendimize hava atardık. Saat çiçeği akrep ve yelkovan şeklindeki yapraklarının altında, Akdeniz'in güneşini anımsatan bir de saatin kadranını anımsatan bir kısmı vardır. "İşte" dedim kendi kendime, "bu çiçek Expo 2016'ya yakışır..."
NE ÇOK ÇEŞİT VAR...
Dün sabah da, bahçemizdeki saksılarda henüz yeni açmış ful çiçekleri gözüme ilişti. Kırmızı bir domatese saplandığında, tazeliğini günlerce koruyan fuller de Expo için güzel bir sembol olabilir, diye düşündüm. Çünkü eskiden Antalya'da gelinlikten sonra kızlar, gelinin saçını bu ful çiçekleriyle süslerlerdi. 1970'li yılların sonuna kadar Antalya'da bahçelerde, özellikle yasemin ve ful gibi kokusu çok keskin olan çiçeği yetiştirmek, halkın bir kültür simgesiydi. Eski tenekeler içinde yetiştirilen bu ful çiçekleri, vapurla İzmir ve İstanbul'a gönderilmek üzere at arabaları ile iskeleye indirilirken, bunların götürülüşünü halk büyük bir hayranlıkla izlerdi. Birden 1950'li, 1960'lı yıllar gözümün önünde canlandı. Eskiden bahçelerimizde annelerimizin teneke saksılarda yetiştirdiği ne kadar da çok çiçek çeşidimiz vardı.
BAHÇE VE SAKSI
Pembe renkli yüz yapraklı gül, pembe renkli küçük gül, sarı renkli gül, vişne renkli gül, beyaz renkli gül, çok renkli karanfiller, tek renkli karanfiller, renk renk şebboylar, mercan, küçük güle benzeyen kokulu ful, kargı çiçeği, sarı, beyaz ve mor renkteki amber çiçekleri, mum çiçeği, çok renkli sümbül çiçekleri ya da tek renkli sümbül çiçekleri, beyaz renkli zambaklar, kokulu menekşeler, bugenviller, ortancalalar, kasımpatılar, Atatürk çiçeği. karagöz, papatya, dalya, beyaz veya sarı yaseminler, dildamak, kındı çiçeği, delikanlı çiçeği, çok renkli, güle benzeyen küpe çiçeği, misk çiçeği, her evin bahçesinde ve saksılarda yetişirdi. Nisan ayının geldiğini portakal ve turunç çiçeklerinin bütün kenti saran kokusundan bilirdik. Eskiden her bahçe duvarı üzerinden sokağa sarkan hoş kokulu yaseminlerle, küçük güle benzeyen bu ful çiçekleri o günlerdeki Antalya'nın adeta birer simgesi idiler. Artık özel günlerde, Sevgililer Günü'nde eşimize dostumuza vereceğimiz çiçeği çiçekçilerden alıyoruz. Neredeyse evlerde çiçek yetiştirilmez oldu. İnsanların huyu değişti. Eskiden Antalya'da 1940'lı yıllara kadar, 23 Nisan Çocuk Haftası'nın bir pazar günü "Çiçek Bayramı" yapılırdı. Çiçek Bayramı için çeşit çeşit renklerde ve biçimlerde giyinmiş binlerce çocuk, öğleden sonra çiçeklerle süslü arabalarla birlikte kentin ana caddelerinden geçerek stadyumda buluşurlardı. Geçtikleri yollardaki evlerden üzerlerine yetiştirdikleri çiçekler dökülür ve onlar da arabalarında veya yanlarındaki sepetlerde bulunan çiçekleri onlara atarlardı. 1970'li yılların ortalarıydı zannederim. Antalya'da Begüm isimli ilk çiçekçi dükkanı açıldığında bütün Antalyalılar gibi, ben de şaşırmıştım. Bu zavallı adamcağız, bu çiçekleri kime satacak diye. Çünkü her Antalyalının bahçesi zaten bir çiçek bahçesi idi. Çiçeğe para vermek bize göre, boşa para harcamak gibi gelirdi o yıllar. Resmi daireler bayram ve özel günlerde Atatürk Anıtı'na konulacak çelengi, memurların evlerinde yetiştirdikleri çiçeklerle süslerlerdi. Çiçeğe de para mı verilirdi hiç? O günlerde teneke çelenk modası yoktu. Bugün bir çiçek cenneti olan Antalya'da, Atatürk Anıtı'na konulan teneke çelenkler doğrusu hiç şık durmuyor.
KARANFİL ÇİÇEĞİNİN 'EVLİ-BEKAR' MESAJI
Eskiden işe giderken, evin hanımı bahçesindeki saksılardan bir gülü, bir karanfili veya bir ful çiçeğini erkeğinin yakasına bir iğne ile iliştirir; sevgili kocasını öyle yolcu ederdi çalışmaya. Kocası da gün boyu ceketinin veya yaz aylarında gömleğinin sol yakasını burnuna doğru çekiştirerek, fulün yaydığı o güzel kokular içinde; eşini hatırlardı gün boyu. Bekâr erkeklerin çiçeğini ise, annesi veya kendisi takardı sol yakasına. Karanfil çiçeği aşağı bakıyorsa, bunu takan kişi bekâr, yukarı bakıyorsa evli anlamına gelirdi. Yakadan dışa doğru bakan karanfil, sevgilisi var; kalp yönüne bakan karanfil ise gencin nişanlı olduğunu belli ederdi. Genç kızlar ise başörtülerini kundak şeklinde yapıp, enseden bağlayarak, evlenme arzusunda olduklarını anlatırlardı. O zamanlar genç erkek ve genç kızlar arasında iletişim ancak böyle sağlanırdı. Çünkü o günlerde kız-erkek arkadaşlığı ancak ev toplantılarında, okul içinde olurdu da, sokakta "Laf gelir" endişesi ile hiç yapılmazdı. Yolda yanında eşi olmayan kadına çevreden yanlış anlaşılacağı kaygısı ile selam bile verilmezdi. Okulda kız arkadaşlarımızla ne kadar samimi olursak olalım, bunu okul dışında hiç belli etmezdik. Çünkü onların kavgacı abileri, çok kızgın babaları olabilirdi. Fakat gizli mektuplaşmalar gırla giderdi. Mektup alışverişinde, kızın bir kız arkadaşı görev alırdı. Genç bir erkek, bir kızı gördüğünde, elini saçlarına götürerek, çeşitli saç tarama hareketleri yapar ve bunların türlü türlü anlamları olurdu. Ceket cebinde veya yaz aylarında kısa kollu gömleğin sol cebinde katlanıp yarısı dışarı sarkıtılan renkli bir mendilin katlanış şeklinden bile karşı tarafa mesajlar iletilirdi. Bugün ise durum bambaşka. Portakal, mandalina, muşmula (yeni dünya) bahçelerinin yerlerine, her biri en az yedi katlı beton bloklar dikildi. Antalya artık portakal çiçeği kokmuyor. Akşamüzeri kentin sokaklarında yaseminlerin iç bayıltan o güzel kokusu da yok. Kırmızı bir domatese saplandığında tazeliğini günlerce koruyan fuller de, artık ortalarda görünmüyor. Şimdi ise Antalya, Expo 2016 için sembolünü arıyor. Bakalım ortaya ne çıkacak, çok merak ediyorum.