Merhaba sağlığı değerli, yüreği güzel, ruhu güzel SABAH Akdeniz okurları. Merhaba cennet Türkiyemin bilinç dolu yaşam dostları. Geçen haftaki yazımız 'Gizli Kurallar', içimizde gizlediğimiz pek çok trajik vakayı gözler önüne serdi. Bir okurumuz yazmış: "
Çocuklarıma laf dinletemiyorum, ders çalışmıyorlar, sokaktan topluyoruz mecburen (buraya dikkat!)
dövüyorum. Bazen de babalarına dövdürüyorum." Bir başka okurumuz: "
Kamyon şoförüyüm, ben okuyamadım, oğlum okusun mühendis olsun rahat etsin istiyorum. Gece gündüz direksiyon başında canım çıkıyor. Müzisyen olacakmış. Hippi gibi geziyor. Geçenlerde kulağına küpe takmış. Çılgına döndüm çektim kopardım." İşte böyle devam ediyor mailler ama biri çok ilgimi çekti sizinle paylaşıyorum: "
Babam, çocukluğumdan beri hem beni hem annemi hep başkalarıyla kıyasladı, beni aşağıladı. Farklı bölüm istememe rağmen Kıbrıs'ta zar zor Ekonomi okudum. Şimdi 35 yaşında evli 2 çocuk sahibi adamım. Halen babamın şirketinde maaşlı çalışıyorum. Her gün azar, şikayet. Babam işyerinde annem evimde tüm hayatıma karışıyorlar. Evliliğim tehlikede artık." Birkaç hafta önceki yazılarımızı hatırlarsanız 'Aile Sistemi'nden bahsetmiştik. Herkesin birbiriyle etkileşimde olduğu aile içindeki bir ferdin davranışını (dayak yiyen anne-baba dayak atan anne-baba) anlayabilmek için önce nereye bakmamız lazım? O aile ferdine. Ve onun aile sistemi içerisinde yer aldığı pozisyona. O kişiye aile içinde verilen değere, saygıya, sevgiye. Bir insan; korku-kaygı-tehditendişe içinde büyüdüyse, yıllar içinde farkındalığını kazanamadıysa, bastırılmışsa duyguları, ötelenmişse, insani değerleri yara almışsa eğer, şiddetle büyümüş, bir damla sevilip bir ömür karanlığı görmüşse; kendi çocuklarına güneşi nasıl armağan etsin? Başı hiç okşanmamışsa, hiç takdir görmemişse. Kendi iç dünyasına terkedilmişse eğer? Sizin anne babanız aslında küçük bir çocuksa? Ailesiyle sevgisaygıya dayalı bir ilişki hiç yaşamadıysa? Hiç önemsenmediyse? En önemlisi de nedir biliyor musunuz? Söyleyeyim: Ya sizin anne-babanız çocukken hiç "adam yerine koyulmadıysa" yani hiç kimse dinlemediyse onları?
HANGİ ÇAĞDAYIZ?
Toplumumuzda ilginç deyimler vardır. Mesela; 'Dayak Cennet'ten çıkmadır. Karının sırtından sopayı… Eti senin kemiği de benim. Kızını dövmeyen…' Ne oluyor yahu?.. Savaşa mı giriyoruz? Hangi çağda yaşıyoruz?" demek gelse de içimden, diyemiyorum aslında. Çünkü; o sopayı atan ana-baba bundan daha iyi bir yol bilmiyor. Çünkü kendi de büyük bir ihtimalle korkuyla büyütüldü.
HAFTANIN BİLİNÇ NOTU
Sebebini bilmediğiniz nedenlerden ötürü ya da anlam yükleyemediğiniz şekilde dayak yediniz mi hiç? Sudan sebeplerle yani. Belki anneniz, belki babanız çocukluk yıllarında yaşadı tüm bu travmaları. Gururları, onurları ayaklar altına alındı belki. Dinlediniz mi hiç onları? Yaşam hikayelerinin ne kadarını biliyorsunuz? Onları küçük bir çocuk yerine koydunuz mu hiç? Şimdi seslerinizi duyuyorum, bana diyorsunuz ki: "Hiçbir sebep sevgi yönünden terk edilmeyi açıklayamaz. Hele dayak ve şiddeti asla." Ben kabullenelim, kaderimize razı gelelim demiyorum ancak; her şeye rağmen kendi özümüzle olan ilişkimizi sağlıklı tutmamız lazım. Belki de bizim yetişkin-anne babaların çocuk olması gerekiyor. Yaşamın bize sunduklarını; daha güçlü-daha bilge-daha tecrübeli ve daha özgür şekilde karşılayıp kendi iç mutluluğumuzu korumalıyız. Çünkü; yaşamın olumsuz etkilerinden bağımsız olduğumuz kadar özgürüz. Bir sorun mu var? O halde ailece çözelim. Birbirimizin korkularına değil, yüreklerine konuşarak.