Günlerinin büyük bir bölümünü internet kafelerde geçiren bugünün çocuklarına, bizim çocukluğumuzu, oynadığımız oyunları ve bu oyunları oynarken aldığımız büyük zevki anlatmak çok zor. Anlatsak bile, "Aaaa! Siz bunlarla mı vakit öldürüyordunuz?" diyeceklerinden korkuyorum. Radyosuz, televizyonsuz, videosuz, atarisiz, bilgisayarsız, uçaksız, otomobilsiz, motosikletsiz, CD'siz, flashdisksiz ve tabletsiz bir çocukluk yaşamı bugünün çocuklarına belki de çok anlamsız gelebilir. Bugünün çocukları, biliyor musunuz? Biz genellikle ya misket, kalem, topaç çevirme, çelikçomak ve benzeri oyunlar oynardık; ya da ilkbaharda uçurtma uçururduk. Kum tepelerine tırmanır, bazen de oturduğumuz bir tahta parçası üzerinde yokuş aşağı kayardık. Üstümüz başımız kir pas içinde kalırdı. Eve gidince de bir güzel azar işitir ve bir güzel dayak yerdik. Fakat aynı şeyleri ertesi gün yine yapardık. Hani sizlerin anneniz - babanız azarlasa da her gün internet kafeye gittiğiniz gibi. İlk bez bebek, ilk bisiklet, ilk futbol topu, ilk baba dayağı, ilk anne azarı, sünnet olma, okula başlama, sık sık geçirdiğimiz sıtma ve diğer hastalıklar, düşüp yaralanmalar, çocukluğumuzdan hatırladıklarımız.
BALIK AVI
Daha neler mi yapardık? Antalya'nın sokaklarındaki arıklarda, çevredeki çaylarda gürül gürül Düden Çayı'ndan gelen sularda biz çocuklar balık tutmaya çalışırdık. Bazen balık tutma heyecanı ile dereye düşer; ıslanır eve gelince yine evden azar işitir; yine dayak yerdik. Sapanlarla kuş avlar; bir köşede yaktığımız ateşte bunları kızartır yerdik. Çoğunlukla da balıkları tutar, bunları eve götürür ve beslemek için bahçemizdeki su kaplarına atardık. Yazın aşırı sıcaklığında serin ve gölgelikti bahçelerimiz. Burada günü geçirmek, mahalledeki çocuklarla arıklarda oynamak, balık tutmak, kurbağaları kovalamak bize zamanı unuttururdu. Hayvanların ön ayak kemiğinden elde ettiğimiz aşık kemiği, oyun araçlarımızdan sadece biriydi. Ağaçlardan kılıç, kaval, sapan yapardık. Çam ağacı kabuğundan yaptığımız kayıkları sokak aralarındaki arıklarda, evimizin bahçesindeki havuzlarda yüzdürürdük. Kibrit kutusuyla kerpiç dökerek binalar yapardık. Bir de çelik telden yaptığımız arabalarımız vardı. Ön dingile bağlı uzun direksiyonundan itilerek kullanılan ve tekerlekleri tel veya iki turunç meyvesinden oluşan bu arabaları, her çocuk kendi zevkine göre süslerdi. Top, topaç, çelik çomak ve bilye (misket) bizi oyalayan diğer oyunlarımızdı. Yağmur yağıp yerler yumuşayınca, çakı denilen bir oyun oynardık. Çakıyı veya 10-15'lik bir çiviyi yaş toprağa saplanmaya çalışırdık. Oyunlarımız çok basitti. Oyuncaksız, kendi kendimize yeni oyunlar icat eder; neşeli vakit geçirirdik. Oyunlarımızla gerçekten eğlenirdik Çocukluğumuzda sahip olduğumuz belki de en değerli oyuncak, Mehmet Sökmen Amca'nın yapıp sokakta sattığı ibiş-cambaz karışımı bir oyuncaktı. Buna da her çocuğun sahip olması ekonomik yönden mümkün değildi. Oyunlarımız dışında tek eğlencemiz; ailecek akşam gezmelerine gittiğimizde, misafir olduğumuz ailenin çocukları ile tombala, fincan oyunu gibi oyunlar oynamaktı. Bir de haftada veya iki haftada bir birlikte sinemaya gider; ertesi günü gördüğümüz filmi görmeyen arkadaşlarımıza, neredeyse filmin her karesini ballandıra ballandıra anlatırdık.
BABALAR ÇOK SERTTİ
Tüm bu güzel oyunları büyük bir neşe içinde oynamamıza karşın, tek sorun babalarımızdı. Eskiden babalarımız çok sertti. Çocuklar babalarından çok korkarlardı. Babalar ansızın işinden döndüğünde, biz çocukları evde bulamadığı olurdu. O zaman bağırır çağırırdı. Baba evde iken çocuklar sokakta pek az oynatılırdı. Fakat sokağa çıkmak, biz çocuklar için özgürlüğe adım atmak demekti. Baba evden işine gidince, sokağa çıkılır, akşam olup hava kararana, baba eve dönene kadar, kan ter içinde sokakta oynanırdı. Yaz tatillerinde sokağa çıkmak ise bütün bir günü sokakta geçirmek demekti. Hava kararmadan önce çocukların yoruldukları da pek olmazdı. Babanın geleceği saatler genellikle çocuklar eve kapanırdı. Babam beni oyunda yakalarsa kırmızı sert yüzü gerilir, gözlerinden kıvılcımlar çıkardı. Sık olmasa bile, ona göre suç sayılan davranışlarımdan ötürü çok sık dayak yerdim. Yedi yaşımdayken, Palmiyeli Cadde (bugünkü Atatürk Caddesi) üzerindeki su kanalına balık avlarken düştüm diye, evde yediğim dayağı hâlâ unutamam. Neredeyse her akşam vakti anneler, yüzlerce defa "Hadi kızım, hadi oğlum akşam oldu, eve gel" derlerse de, bizler sanki bir gün önce bu nedenle dayak yememiş gibi "Ya.. Anne..! Bana ne ya, oyun oynuyoruz işte!" diye annelerimize karşı çıkardık. Fakat "Baban geldi, seni çağırıyor" dendiği anda her şeyi bırakılır eve girerdik.
ÇEŞİT ÇEŞİT OYUNLAR
Benim çocukluğumda çocuklar, yağ satarım bal satarım, bilye yütmece, mendil kapmaca, istop, yakartop, dekaman, çember çevirme, köşe kapmaca, körebe, kaç kurtul, elim sende, sek sek, çelik-çomak, birdirbir, uzun eşek, saklambaç, ip atlama, üç taş, bokçuk gibi oyunlarla ve tahta oyuncaklarla; "Sana"lı ekmekle ve Macuncu Bekir'in kargı parçalarına doladığı rengarenk macunlarla, horoz şekerleriyle, elma şekerleriyle, nane şekerleriyle ve pamuk helva ile büyürlerdi.
HAFTAYA DEVAM EDECEK