Milli hüsranla biten bir haftayı geride bıraktık. Çok büyük mucizeler olmazsa, 2014'te
Brezilya'da yapılacak
Dünya Kupası'nı milliler bizimle birlikte televizyondan izleyecek.
Aslında bu filme yabancı değiliz. Başa sarıp, yeniden izliyoruz. Bıkmadan, usanmadan, yapılan hatalardan ders almadan.
İşler sarpa sarınca,
"Olmadı… Artık önümüze bakacağız" gibi basma kalıp savunma yapıyoruz.
İyi, hoş da, niye olmuyor?
Trilyonların uçuştuğu futbolumuzda, milli takım bazında neden hep nal topluyoruz.
Her seferinde mutlaka bir
"Günah Keçisi" bulup faturayı neden hep ona kesiyoruz.
Kim bilir, belki de günlük yaşayan bir toplum olduğumuzdan plan ve programdan yoksunluk en fazla milli takıma yansıyordur. Ne dersiniz?
Bol sıfırlı rakamlara imza atarak, sosyal yaşam standartlarının çok üzerinde yaşam sürdüren futbolcuları sürekli "Sırça Köşk"te yaşatan medyamızın suçu hiç mi yok?
Bilinçli bir spor medyasının olduğunu kim söyleyebilir? Andorra maçı öncesi, bir spor programında moderatör, katılımcılara milli takımın grubunda kaçıncı olduğunu ve kaç puanı bulunduğunu sordu.
Mangalda kül bırakmayan katılımcılarda 'tık' yok. Şaka gibi. Sanki çok bilinmeyenli denklem sorusu.
İşin üzücü yanı, o katılımcıların arasında iki büyük takımın ve de milli takımın formasını giyen iki eski futbolcuyla, sürekli gündemde kalmayı (!) başaran hakem eskisinin olması.
Elbette, grubunda sadece
Andorra ve
Estonya gibi futbol fakiri iki rakibine diş geçiren milli takımın kötü performansını bir spor programındaki 'ironi'ye bağlamak mümkün değil.
Ancak, 'puzzle'nin bir parçası olabilir.
Sen, ben, o.
Fark etmez.
Yarın, 'Avcı'yı av yapmakla sadece 'pansuman' yapmış oluruz. Yıllardır futbolumuzda milli bazda periyodik başarı yakalanmamışsa herkes suçu kendinde aramalıdır.
Futbol federasyonu başkanından, top toplayıcı çocuğuna kadar.
Lütfen, Avrupa ve dünya arenasında var olamayan futbolumuzda 'marka değeri' tartışmasını yapmayalım.