BOKSUN tarihine göz attğınızda öğrendikleriniz şaşırtıcıdır. Eski Yunan'da, sonra Roma döneminde kuralları olmayan ve ancak bir taraf ölünce sona eren boks karşılaşmaları tarih içinde yasaklanmış, ancak 18. yüzyılda İngiltere'de yeniden doğmuş. 1860'larda ilk kuralları konan bu spor, ABD'de 19. yüzyıl başından itibaren yayılmış. İlk büyük şampiyon John L. Sullivan, ilk siyah şampiyon Jack Johnson, tam 25 kez ünvanını koruyan efsanevi siyah Joe Louis, sonraları Rocky Graziano'dan Muhammed Ali'ye diğer efsaneler, boksu büyük kitlelere yaymışlardır. Amerika'nın boksa sahip çıkması, tıpkı sinemaya sahip çıkması gibidir: Bu alanın büyük kazanç potansiyelini ilk gören onlardır ve olayı zirveye taşımışlardır. Sinemada boks filmlerinin sadece Hollywood'dan gelmesine şaşılır mı? Ne filmler ama... Çoğu unutulmazlaşmıştır: Robert Wise'ın
Yukarda Biri'sinden (Graziano'nun öyküsü) Scorsese'nin
Kızgın Boğa'sına (Jake La Motta'nın öyküsü), Mark Robson'un
Şöhretin Sonu'ndan Sylvester Stallone'nin (John Avildsen'in yönettiği) özellikle ilk
Rocky serüvenine, Franco Zeffirelli'nin
Şampiyon'undan Clint Eastwood'un
Milyonluk Bebek'ine sayısız film, gerçek veya düşsel kahramanların kendi Amerikan rüyalarını bu şiddetin sporuyla gerçekleştirmesini anlatmışlardır. Tüm bu spor ve sinema tarihinin içinde süzülüp gelen gelenek, bize hâlâ çok güzel filmler sunabiliyor. İşte yıllar öncesinin
Üç Kral'ıyla hatırladığımız David O'Rusell'ın filmi. Yine gerçek bir yaşam diliminin, çok kalabalık bir aileden gelen Dicky Englund- Micky Ward kardeşlerin öyküsü bu. Habire koca değiştiren dominant anneleri yüzünden farklı soyadlar taşıyan kardeşlerden Dicky, vaktiyle ünlü Sugar Ray Leonard'ı devirmiş, ama sonraları 'crack' denen ucuz eroine dadanarak fiziğini tüketmiş biri. Şimdi kardeşini ringlerde destekliyor ve ana-oğul, bu yeni şampiyonu iliğine dek sömürüyorlar. Ama Micky öylesine bir ana kuzusu ki, isyan etmeyi beceremiyor. Ancak nereye kadar? Film, bokstan çok, ardındaki aile dramına, onun da ötesinde dünyanın en gelişmiş ülkesi olmakla övünen bir toplumun en zayıf yanlarına değiniyor. Görkemli biçimde olgun bir senaryo, kusursuz bir tipleme ve harika bir rol dağıtımı, bizlere hikayeyi tüm boyutlarıyla sunuyor. Görece zenginliğe karşın hâlâ yaygın cehalet, yoksulluk ve bilinçsizlik, kitleleri afyon gibi bu modern gladyatör döğüşlerine çekiyor. Süregelen şiyah ve Yahudi düşmanlığı, kurtuluşu ringlerde arayan genç işsizler ordusu, temel kurum sayılan ailenin bir baskı çarkına dönüşmesi. Tüm bunlar, Amerikan Rüyası'nın sanki arka bahçesini gözler önüne seriyor. Onca filmden sonra, bir kez daha... Gerçi yönetmen finalde hikayesini mutlu bir sona bağlıyor. Ama bu kadarını seyirciye verilen kaçınılmaz bir taviz olarak görüp bağışlamak gerek. Boks sahneleri gerçekten çok inandırıcı. Oyuncu kadrosu içinde emsalsiz Christian Bale (ağabey) ve Melissa Leo'nun (anne) Altın Küre ödüllerine tümüyle katılıyor, Bale'in Oscar'ına ise kesin gözüyle bakıyorum.
DÖVÜŞÇÜ ***
(The Fighter)
Yönetmen: David O'Russell Senaryo: Scott Silver, Paul Tamasy, Eric Johnson Görüntü: Hoyte Van Hoytema Müzik: Michael Brook Oyuncular: Mark Wahlberg, Christian Bale, Amy Adams, Melissa Leo, Mickey O'Keefe, Jack McGee, Bianca Hunter/ Amerikan filmi.