Özge
Dinç, yayınevimin tatlı, akıllı editörü. En zor zamanında bile gülümsedi.
50'sinde Erkek kitabımı yayına hazırlarken birlikte geçirdiğimiz uzun saatlerde bile üzüntüsünü hiç belli etmedi. Annesinin karaciğer kanseri olduğunu, bize küçük bir izne çıkacağını söyleyene kadar bilmiyorduk. O ana kadar her çare denenmiş, nakil kararı alındıktan sonra beş kardeşten en küçüğünün, bizim Özge'nin karaciğeri uyumlu çıkmıştı. "Küçük izin," dediği ise son derece riskli bir ameliyattı. Mutlu son olmayabilirdi, ama o kitap fuarına gider gibi, güle oynaya gitti annesine karaciğerini vermeye... Zaten bir TÜYAP Kitap Fuarı günü çağrıldı acilen hastaneye... Sekiz saat süren ağır ameliyattan sonra alındığı yoğun bakımda, hemşirelerden isteği önce annesini görmek, ikincisi ise kitaptı! (Hastane tarihinde bir ilk olduğu söyleniyor!) Annesi Fatma Dinç ise uzun bir süre "Küçük kızımın ciğerini alacağıma, ölürüm daha iyi," demişti. Hikayenin geri kalanını Özge'den dinleyelim.
-
Annenin karaciğer kanseri olduğunu ne zaman öğrendin?
- 24 Kasım 2011'de. İşe yeni başlamışım. Telefonum çaldı. Ablam hıçkıra hıçkıra ağlıyordu, 'Özge, annem kansermiş,' dedi. Hayatımı bitirecek kadar güçlü, tek cümle. Beynim karıncalandı. Cevap veremedim. Ağlamaya başladım. İşten çıkıp hastaneye gittim. Anneme biyopsi yapılmıştı. Doktoru zar zor bulup konuştuğumuzda annemin en fazla altı aylık ömrü kaldığınız, iyileştirmek için hiçbir şey yapılamayacağını söyledi. Uygulanacak tedavi, sadece ömrünü uzatmak içindi. Her şey karardı. Merdivene yığıldım. Annemsiz bir hayatı sürdürmek istemiyordum. Hiçbir şeyin anlamı kalmamıştı. Onu sadece altı ay daha mı görecektim? Mutluluğu tatmadığı ömründe, onu mutlu etmek için fırsat verilmeyecek miydi bana?
PAMUK TENİNE YAPIŞIK BÜYÜDÜM
-
Hiç kolay değil... Annene bu kadar net söylendi mi?
- Ona değil, ama bize direkt söylendi. 'Kendinizi hazırlayın, hiç çaresi yok,' dendi.
- Neler düşündün o anda?
- Bir anda tüm çocukluğum ve anneme ait binlerce kare gözümün önünden geçti. Bakırköy'deki dükkanımızda poğaça kokusu, evde dikiş makinesi, kitaplarım, gülüşmeler... Tüm karelerde annem. Dikiş diken terzi annem, dünyanın en iyi aşçısı annem. Arkadaşlarımı eve topladığımda, sokaktan 'Anne!' diye bağırıp ekmek arası istediğimde, iki kutu çikolatayı saklayıp bir günde yiyince, kırmızı yaralar döktüğümde beni bağışlayan annem. Hasta olduğumda günlerce bakan, hep arkamda olan, hep koruyan, hayalperest seçimlerime hiç karışmayan, beni okullara kayıt ettiren, gösterilerimi kaçırmayan, geceleri ben ders çalışırken çay taşıyan annem. Üvey büyüdüğü için dünyası çocukları olan güzel kadın. Doğumumu anlatırdı bazen. Dokuz ay kanaması olmuş. Çok zor doğmuşum, çok zor büyümüşüm. Pamuk tenine yapışık büyümüştüm.
ANNEM ÖNCE KARACİĞERİMİ İSTEMEDİ
-
Nakil son çare miydi?
- Evet. Hiç ağlamadı. 'Ölmeyeceğim, bu hastalığı yeneceğim. Tek ricam, hastalığımı kimseye söylemeyin. Acırlar, yaklaşmayanlar olur, elimden bir bardak su bile içmezler, herkes ölmüş bir yakınını anlatır, daha çok moralim bozulur,' dedi. Öyle de yaptık. Kimseye üzüntümü belli edemeden yaşamak, beni çok zorladıysa da annem endişesinde haklı çıktı. Bir yıl türlü acılarla geçti. Anlatmak mümkün değil. Kanser sadece hastayı değil, yakınlarını da ölüme götürüyor. Hep yüzüne baktım, hafızama kazımaya çalıştım. Oksijen oranı yüksek diye birlikte Kaz Dağları'na tatile gittik. Her şeyi denedik. Hatta doktor 'Ne yaptınız annenize? Hiç hasta gibi durmuyor,' dedi. Anneme iki kez kasıktan kemoterapi yapıldı. İyileştirmek için değil, hızla çoğalan tümörleri uyutmak için. Tümörleri damarın üstünde olduğu için hiçbir yöntem denenemiyordu. Bu da tutmazsa, çaresizce ölümü bekleyecektik. Kemoterapi iyi sonuç verdi. Annem başlangıçta Hepatit C hastasıydı, iyileşmek üzereydi. Ama sonu ya sirozmuş ya da kanser. Doktorun biri açık açık söyledi. Ama üç yıl tedavi gören hastasını daha önce niye uyarmadı, niye takip altına almadı, bilmiyorum.
- Nakle ne zaman karar verildi?
- 'Nakle kesinlikle uygun değil,' denmişti. Ama şansımızı denemek istedik. Doktoru annemi hastaneye sevk ederken, 'Fazla umutlanma, senin ameliyat olman imkansız,' demişti; ama tümörleri uyutulduğu, canlı görünen tümör sadece bir tane olduğu için nakle uygun bulundu, doktor risk aldı aslında. Hepimiz test yaptırdık. Üç kardeşim kilolu oldukları için elendi. Birinin karaciğerinde de yağlanma vardı, o da elendi. Annem 'Özge olmaz inşallah,' demiş ablama, 'Hem bekar hem de küçük.' Karaciğer naklini çekirdek çıtlayarak konuştuk, annem bizlerle dalga geçti, 'Anneniz için katlanacaksınız,' dedi. İçten demediği o kadar belliydi ki. Henüz şanslının ben olduğumu bilmiyordu.
-
Beş kardeşten verici olarak sen seçildin. Hiç tereddüt ettin mi?
- İlk kez, nakle uygun olduğunu öğrendikten sonra duyurdum hastalığını etrafa. Kanser kelimesini ilk kez kullandım. Karaciğer nakli olacağımızı, donör olduğumu söyledim. Çünkü işten bir ay ayrı kalacaktım; hafta içleri hastaneye gidip tahlil yaptırıyordum. Annem hiç istemedi. 'Anne,' dedim 'bana kıymamak için bu ameliyatı olmak istemiyorsun, ama asıl o zaman kıyacaksın.' Annemin kısa bir zamanı kaldığını bilmesem tereddüt eder miydim, bilmiyorum, ama ameliyat olmak, bana hiçbir şey hissettirmiyordu. Ameliyat öncesi kan vermesi için annemin kan grubundan sekiz kişi bulmamız gerekiyordu. O gün bütün arkadaşlarımız koşup geldiler, sağ olsunlar. İş arkadaşım Erdem Öztop, sosyal medyadan da duyurdu.
ENDİŞELİYDİM, YALAN YOK
- Ameliyata girerken içinde hiç endişe olmadı mı? Şu an kendini nasıl hissediyorsun?
- Endişeliydim, yalan yok. Dünya zamanına göre yedi gün sonra taburcu oldum. Bana göre daha da uzundu. Annem hastanede 18 gün kaldı. Ablam, ameliyattan önce başlayıp hastaneden çıkana kadar, 'Keşke ben verseydim,' diye ağladı. Babam beni yürüyemez gördüğü anda ağlama krizlerine tutuldu. 'Anne ben çocuk doğuramam,' diyordum, 26 yaşıma kısmetmiş. Önce o beni doğurdu, sonra ben onu. Yoğun bakımda annemden önce uyandım. 'Burada olduğumu duyurayım ki kendini iyi hissetsin,' dedim. 'Anne,' diye seslendim. Gözünü açtı. O an hakikaten ifade edilemez. 'Şu anda içinde bir organımı taşıyor, artık bambaşka bir bağımız var. Annem yanımda artık. Öleceğinden korkmadan, 15 yaş gençleşmiş olarak bir mucizeyle yanımda,' diye düşündüm.
- Annenin içinde senin organların var, bu nasıl bir duygu?
- Annemin içinde karaciğerim ve safra kesem var. Çok garip bir his bu. Allah benim ruhumdan üfledi anneme, zamanında onunkinden bana üflediği gibi. Nakilden sonra ilginçtir, bebek gibi sarılık geçirdi, cildi değişti. Yeni doğmuş gibi. 'Fatmalar talihsiz olur kızım,' derdi 'çocuğunuz olursa adını Fatma koymayın.' Onun öğüdüne uydum, bu kez annemin adını 'Hayat' koydum. Odalara çıktığımızda ona ilk 'Yeni hayatın kutlu olsun anne,' dedim. İyileşince seyahate çıkıp yeni ciğerlerimizi kutlayacağız.
KIZIM BANA HAYATIMI YENİDEN VERDİ
-
Şu an sağlığınız nasıl? Neler hissediyorsunuz?
- Çok şükür, çok iyiyim. Dört yıldır çektiğim ağrılar dindi, artık her nefesin kıymetini daha iyi biliyorum, Benim için 'Altı ay ömrü kaldı,' demişler. Geçen yaz domatesi, biberi, bezelyeyi hazırlamadım, dondurucuya koymadım; Özge'nin mürüvvetini göremeyeceğim, çocuklarımı yalnız bırakacağım, diye ağlıyordum. Cerrahpaşa'daki doktor nakil için sevk kağıdı yazarken, 'Ümitlenme,' dedi. 'Şansımı deneyeceğim,' dedim. Özge en küçükleriydi. Onunki kabul edildi. Özge ameliyata sanki düğüne gider gibi gitti. Hiç tereddüt etmedi, o kadar yüreği büyükmüş... Akciğerimde bir leke görüldü. Ameliyata alıp açıp bakacaklardı. Eğer tümör ise nakil yapmayacaklardı. Ameliyattan bir süre sonra hemşire yanıma geldi. 'Herhalde tümör çıktı, kapattılar,' dedim. Üzüldüm. Perdeyi açtı. 'Bak, burada kim yatıyor?' dedi. O zaman sanki dünyayı bana bağışladılar. Kızım bana hayatımı yeniden verdi. Önce Allah'a, sonra kızıma, sonra da doktorum Kamil Yalçın Polat'a çok teşekkür ederim.