Önümüzdeki
sonbahar-kış sezonu için hazırlanan koleksiyonların sergilendiği, 31 tasarımcının defile yaptığı İstanbul Moda Haftası (IFW) bugün sona erdi. Artık isminin başına Mercedes Benz sponsorunu da ekleyen ve New York'ta bizim bildiğimiz 'resmi' moda haftasından bir hafta önce alternatif bir organizasyon da düzenleyen; Berlin, Sidney gibi moda haftalarının da organizatörü IMG şirketiyle çalışmaya başlayan İstanbul Moda Haftası'nda organizasyonel sıkıntılar minimumdu. Numaralı oturma düzeni, saatinde başlayan şovlar ve defilelere alternatif sunumlarla yerli moda haftamız layıkıyla kotarıldı. Fakat bir moda haftasında konumuz, tabii ki organizasyon değil... İstanbul Moda Haftası'na ilgi yüksek seviyedeydi. Etrafta onlarca kamera, bu sayıyı ikiye katlayan oranda sokak fotoğrafçısı ve yüzlerce moda meraklısı vardı. Beni modanın geleceğinin parlak olduğuna, anne babası tarafından, etkinliğin gerçekleştiği Karaköy'deki Antrepo'ya bırakılan genç kızlar inandırdı. Defilenin yapılacağı mekan pırıl pırıl üniversite öğrencileriyle doldu taştı. Defilelerde ön sıraya kurulan eş, dost, akraba ve bol makyajlı anne arkadaşlarından kalan yerleri bu üniversiteliler doldurdu. Bu yıl 8'incisi düzenlenen İstanbul Moda Haftası'na şu ya da bu şekilde katılan herkesin moda bilinci çok yüksekti. Haber kovalamaya gelen kırmızı pantolonlu kameramanlar, fötr şapkaları, ceket cebinde şal desenli mendilleri ve parlak renkli, saten gömlekleri ile 'İngiliz soylusu' tarzına yakın erkek bloggerlar, bir de çoğu zaman kombin tamamlamak adına ikişerli gruplar halinde duran, sakallı, skinny pantolonlu, yeni nesil erkekler yoğunluktaydı. Kadın katılımcılar ise, yine bol makyajdan, balyajdan, apartman topuktan vazgeçmemiş ve en iyi biliyor geçineni bile mini eteğinin altına ince çorap giymişti.
YENİ MODEL ŞART
Aslında keşke podyumdaki modeller de ince çorap giyseydi... Çünkü spot ışıkları altında, yüzlerce izleyicinin önünden geçip, bir basın ordusunun önünde poz vermek gibi özgüven zorlayıcı bir görev üstlenen modellerin selülitleri, ağır makyajla kapanamayan sivilceleri ve silikonlu göğüsleri falsolu kıyafetlerin sunumuna yardımcı olamadı. Podyumda boy gösteren 1990'ların ünlü modellerinin son kullanma tarihleri ne yazık ki geçmişti. Defileler boyunca, büyük bütçelerle hazırlanan IFW'nin Doğu Avrupa ülkelerinden üç kuruş, beş paraya isimsiz modeller getirmediğine hayıflandık durduk. Bu arada Moda Haftası'ndan çıkan ilk trend küçük kızlarla ilgiliydi. İlk gün parlak tayt giymiş küçük kızı ile ön sıraya oturan bir izleyiciden güç alan anneler, 16 altı çocuklarını gecenin bir yarısındaki defilelere getirmişti. Etrafta üçlü-dörtlü gruplar halinde kol kola dolaşan bacak boyunda kız çocukları görüldü. Ne de olsa bu küçük kızlar, çoğu zaman susmayı tercih eden 'moda yorumcuları'nın alkışları arasında podyuma çıkacak koleksiyonların gelecekteki müşterisi... 'Fikir beyan etmeme' ama sosyal medyadan içinde bolca 'muhteşem, harika şov, İstanbul'u salladı' geçen yorumlardan, daha açık bir deyişle iş bilmezlikten maksimum fayda sağlama durumu öyle bir noktaya geldi ki, bazı sektör çalışanları 'yaptık oldu' denklemini sağlamlaştırmak için defilelerden önce sosyal medyadan 'Ya beğeneceksiniz ya da anlayamacaksınız' minvalinde cümleler yazdı. Bu durumda, üzülerek söylemek zorundayım ki, ben bu işten anlamayanlardandım. Ama naçizane anladığım kadarıyla, yorumlayayım: Bu yıl İstanbul Moda Haftası'nı temsil eden kelimeler 'giyilebilir, satılabilir ve ticari'ydi. Etrafta dolaşan herkesin ağzına sakız olan bu sözcükler aslında kulağa pek de hoş geliyordu. Defile yapmaya layık görülen bir tasarımcının ya da tasarım markasında olması gereken öğelerden biri 'satılabilirlik'tir; yani koleksiyonun müşterinin hayatına uygulayabileceği parçalardan oluşması gerekir. Bu yıl Moda Haftası'nda gördük ki, "Podyuma uzay adamları çıkartıyorsunuz, bunları kim giyecek?" feryatlarımız duyulmuş. Bu noktaya kadar bravo, ama bu sefer de podyumlarda sergilenen koleksiyonlarda tasarımın 't'si yoktu! Pek çok defilede, sıradan pantolon, bluz ve gömlek geçitleri izledik. Bunlardan ayrılan bazılarında ise dantel, deri, tüy, peluş, payet, kürk ve dekolteyi tek bir parçanın üzerinde gördük; ki bunun da 'tasarım'la alakası olmadığına göre 'satılabilir'likten yola çıkıldığına inandık...
MESELE TİCARİ OLMAK DEĞİL
Eleştirmeye doyamıyor olma durumundan memnun değilim. Gönül istemez mi, artık bir tık ötede olan global dünyada göğsümüzü kabartacak Türk tasarımcılardan bahsetmeyi; ama olmuyor. İyi tasarımcı da kaçıp gidiyor. Nitekim İstanbul Moda Haftası'nda defile ya da şov yapan, uluslararası arenada gelecek vaat eden genç tasarımcılarımız (kendi jargonlarıyla anlatmam gerekirse) 'sıyırma' hayalleri kuruyor. Hepsi "Londra Moda Haftası'na kapağı bir atsam," derdinde. Tüm bu anlattıklarımdan benim çıkardığım sonuç ise: Bir moda haftası tek bir yıldız tasarımcıyla adam olmaz. Ancak pek çok iyi tasarımcı bizi ileriye taşır. Bunun için de, insanların birbirlerine "Hoşsun, beşsin" ya da moda tabirle "Yıkılıyorsun" demekten vazgeçip eksiklerini anlatmaları gerekir. Gelecek sezon, bu işi bilenler, bilmeyenlere anlatsın. Ama kopya çekmek yok.