HOBBİT: SMAUG'UN ÇORAK TOPRAKLARI ****
Yüzüklerin Efendisi serisi yönetmen Peter Jackson'ın hem şansı hem de şanssızlığı oldu. Çünkü sinemanın eldeki imkanlarıyla, modern sinemanın sınırlarını genişletti ve tarihe unutulmaz bir seri bıraktı. Şanssızlığı ise şu; çektiği ve çekeceği filmler hep
Yüzüklerin Efendisi serisiyle kıyaslanacak. Jackson'ın,
Hobbit serisiyle yıllar sonra Orta Dünya'ya geri dönüş yapması, ister istemez bu kıyaslamayı daha keskin hale getirdi. Ama ikinci film
Hobbit: Smaug'un Çorak Toprakları'ndan anladığımız Jackson bu kıyaslamayı pek de önemsemiyor. (Hatırlanırsa Jackson,
Hobbit: Beklenmedik Yolculuk'ta,
Yüzüklerin Efendisi: Yüzük Kardeşliği filminin anlatım formülünü neredeyse bire bir uygulamıştı.) O, daha çok filmin
Hobbit serisinde bir ara durak olması handikapını çözmeye odaklanmışa benziyor.
KARAKTERLER NESNE OLMUŞ
Bulduğu çözüm, Bilbo Baggins, Gandalf ve cüceleri maceradan maceraya atarak heyecanı diri tutmak. Ama bu çözüm pek de sonuç vermiyor. Belki su gibi akan bir film izliyoruz ama karakterler adeta büyük bir maceranın nesnesi haline geliyor. Oysa onların değişim ve dönüşümleri sonrasında verdikleri kararların maceraya yön vermesi beklenirdi. Tabii karakterler nesne haline gelince de onlarla özdeşlik kurmak zorlaşıyor. Ki Jackson da bu tür önemli sahnelere pek yüklenmiyor. (
Yüzüklerin Efendisi serisinde bu tür sahnelere ayrı bir önem verdiğini biliyoruz.)
Hobbit: Smaug'un Çorak Toprakları, sinematografik olarak yine mükemmele yakın. Cücelerin, Elf'lere tutsak düşmesi ve kaçış sekansı ile Bilbo Baggins'in ejderha Smaug'la karşılaşması ve sonrasında cücelerle onu Yalnız Dağ'dan kovdukları sekans unutulacak gibi değil. Dolayısıyla Jackson, Orta Dünya hayranlarını görece tatmin edecek bir film ortaya koysa da sinema salonundan ayrılırken bir burukluk da hissediyorsunuz...
BU İŞTE BİR YALNIZLIK VAR ***
Kabul edelim, kentli insanların duygusal dünyası ve varoluş halleri sinemadan daha çok edebiyatımızın ilgisini çekiyor. Çünkü bu konuları işleyen romanlar filmlerden daha fazla... Film cephesinde Çağan Irmak'ın
Issız Adam, Tolga Örnek'in
Kaybedenler Kulübü ve Aslı Özge'nin
Hayatboyu filmleri dışında elimizde pek de nitelikli örnek yok. Yönetmen Ketche'nin
Bu İşte Bir Yalnızlık Var'ını bu gruba rahatlıkla dahil edebiliriz. Tuna Kiremitçi'nin aynı adlı romanından uyarlanan filmde rock müzisyeni Mehmet ile kocası ortadan kaybolan Ayşe'nin yaşadığı duygusal yakınlaşmayı izliyoruz. Daha önce pek sinemasal değeri olmayan
Romantik Komedi serisini çeken Ketche elindeki iyi senaryodan (Burak Göral imzalı) nitelikli bir romantik dram kotarmayı başarıyor.
YÖNETMEN VE SENARİST KİMYASI
Engin Altan Düzyatan harikalar yaratmasa da şimdiye kadarki en iyi performansını sunuyor. Özgü Namal 'bilmiş kadın' havasından sıyrılınca, kentli karakterleri de inandırıcı bir şekilde canlandırabileceğini gösteriyor. Ama oyuncu performanslarından çok senarist ve yönetmen kimyasının filmi
Bu İşte Bir Yalnızlık Var. Lakin Ketche'nin çözemediği birkaç nokta var. En önemlisi, Mehmet gibi 'rocker'ların lüks yaşamla bu derece haşır neşir olmayacağı. Zaten kadrajlardaki lüks tutkusu göze çok batıyor. Filmin bir başka defosu da ürün yerleştirme konusunda ipin ucunu kaçırması. Ama filmdeki kimi incelikli diyaloglar ve 'sevimli tespitler' zamanla daha da kıymetlenecektir.