BAŞKANLARIN HİZMETKARI / THE BUTLER ****
Bu
yılın Oscar'lı filmi
12 Yıllık Esaret/ 12 Years A Slave, 19. yüzyılda özgür bir insanken kaçırılıp köleleştirilen ve yıllarca tarlalarda çalışmak zorunda kalan, ırkçılığı dibine kadar yaşayan siyah Solomon'un hikayesini anlatıyordu. Filmin siyah yönetmeni Steve McQueen Amerikalı beyazlara dedelerinin bir zamanlar nasıl ırkçı olduğunu hatırlatırken özgürlüğün de ne kadar kıymetli olduğunu söylüyordu bize. ABD'liler, McQueen'in bu hatırlatmasını yerinde bulup Oscar'ı uzattılar. Lakin bir başka siyah yönetmen Lee Daniels ve filmi
Başkanların Hizmetkarı / The Butler o kadar da şanslı değildi. Bu hafta vizyona giren film, aslında
12 Yıllık Esaret'in bıraktığı yerden bayrağı devralıyor ve 20. yüzyılda siyahların yaşadığı ayrımcılığı, Beyaz Saray'da çalışan bir siyah uşağın, Cecil Gaines'in gözünden anlatıyor. Cecil'in pamuk tarlasında başlayan hikayesinde biz 1957-1986 arasında görev yapan ABD başkanlarının siyahlarla hem kişisel ilişkilerine hem de devletin ırkçılık politikalarına karşı aldığı tavırlara tanıklık ediyoruz. Üstelik film, başkan nasıl düşünürse düşünsün devlet politikasında ırkçılığın izlerini de ortaya koyuyor. Cecil, Beyaz Saray'da çalışmanın sorumluluğuyla politik görüşlerini çok belli etmese de oğlu sıkı bir eylemci olup çıkıyor. Bu sayede biz sokak hareketlerini, protestoları Beyaz Saray'ın ve beyazların bu eylemlere karşı tavrını net bir şekilde görüyoruz. Gerçek bir hikayeden yola çıkan yönetmen Daniels, iyi bir öykü anlatıcısı. Karakterlerini yargılamadan, onların çelişkilerini açık açık göstererek, duygu sömürüsüne düşmeden, soğukkanlılıkla anlatıyor öyküsünü. Büyük cümleler kurmaktan imtina ederek etkili bir filme imza atıyor. Filmin en dramatik sahnelerinden biri Obama'nın Başkan seçildiği gün Cecile'in hüngür hüngür ağladığı sahne. Bu sevinç gözyaşı aslında Cecil özelinde tüm siyah Amerikalıların yüzyıllar süren mücadelesinin verdiği duygunun da dışa vurumu. Bu sahne
12 Yıllık Esaret'in finaliyle birlikte düşünüldüğünde daha da anlamlı... Lakin
Başkanların Hizmetkarı'nın ABD'de görmezden gelinmesi de bir vaka.
Başkanların Hizmetkarı iyi bir film ve politik duyarlılığa sahip çarpıcı bir insan hikayesi... Açıkçası filmin başrolündeki Forest Whitaker çok iyi bir performans sergiliyor. Bu yılın Oscar adayları düşünülünce Whitaker'ın kesinlikle ilk beş içinde bulunması gerekiyormuş. Ama bu görmezden gelme hali bize, insanın ve toplumların, olaylar üzerinden uzun zaman geçince acılarla yüzleşmeye daha açık olduğunu gösteriyor ve ABD halkının ve elitlerinin 20. yüzyılda yaşanan ırkçılık kaynaklı acılarla hâlâ yüzleşme konusundaki isteksizliğini de hatırlatıyor.
Uyuyan Güzel 'in kötüsü me ğer erkeklermiş !
MALEFIZ **
Uyuyan Güzel hikayesinin farklı bir yorumu olan Malefiz, haftanın iddialı ama baştan söyleyelim iddiasının altında kalan yapımlardan biri. Angelina Jolie'nın başrolde oynadığı film hani o klasik hikayeyi, kötü kalpli bildiğimiz büyücü Malefiz'in gözünden anlatıyor ve bizi Malefiz'in kötü olmadığına ikna etmeye çalışıyor. Filme izleyince Malefiz'in iyiler cenahından olduğunu kötü olanınsa erkekler olduğunu görüyoruz. Çünkü Malefiz'i o ünlü büyüyü yapmaya iten bir zamanlar âşık olduğu ve onu kullanarak kral olan bir erkek. İşin aslı filmin bütün kötüleri, hırs sahibi erkekler. Kadınlar insan olsun büyücü olsun kötü gösterilmiyor. Belki bu klasik hikayeye az da olsa kadın gözünden bakmaya çalışmasıyla önemsenecek bir yapım Malefiz. Ama o kadar. Yoksa iyi başlayan, masal atmosferini iyi kuran ama sarkan senaryosuyla vasatlaşan bir yapım var karşımızda. Angelina Jolie'nin varlığı ise ilginizi bir yere kadar sürüklüyor. Ama öykü vasatlaşınca film de sıradanlaşıyor.