1998
yılında Robert Redford'un yönettiği
Atlara Fısıldayan Adam izlendiğinde 14 yaşındaki Scarlett Johansson'ın sinemanın güzellik mitlerinden biri olacağını tahmin etmek çok zordu. Ne de olsa saçlarını arkadan bağlamış bu genç kız, filmdeki haliyle güzellikten ziyade seyirciye masumiyeti çağrıştırıyordu. Johansson, birkaç yıl sonraki
Hayalet Dünya filminde sesi çatallaşmaya başlayan bir ergendi ve artık pek de masum sayılmazdı. Küçüklüğünden beri oyuncu olmaya kafayı takmış aslında hırslı da diyebileceğimiz New York'lu bu kız yavaş yavaş kendi kabuğunu kırıyordu. Ama muhtemel kabuğun altından ne çıkacağını kendi bile bilmiyordu. Huzursuzluğu da belki bu yüzdendi. Takvimler 2003'ü gösterirken o kabuk kırıldı. Sofia Coppola'nın yaban ellerde çektiği
Bir Konuşabilse/
Lost in Translation ve Peter Webber'in yönettiği
İnci Küpeli Kız filmlerinden işinin ehli yetenekli bir oyuncu çıktı. Yetenekliydi yetenekli olmasına ama daha çok yaşının üzerinde gösteren duru güzelliği dillere dolanmıştı o yıllarda. Kırmızı halılar, dergilere kapak olmalar, hayatı didik didik ediliyordu. Ama o hep aynı şeyleri anlatıyordu. Hayatından bir dram çıkmıyordu. O, tutkulu bir şekilde oyun oynamayı seven bir kadındı aslında. Dokuz yaşında karar vermişti oyuncu olmaya. Anne yapımcı, dede senarist olunca bu isteği kabul görmüştü. Eğitimini aldı, 10 yaşında kamera önüne geçti işin aslı kameraların önünde de büyüdü. 2003 sonrasında birkaç vasat filmde oynasa da hemşerisi Woody Allen'ın filmlerinde yeniden doğdu. Çünkü Allen ondaki seksapeliteyi keşfetmişti. Allen
Maç Sayısı için sırça köşkü New York'tan çıkıp İngiltere'ye giderken yanına da Johansson'ı aldı. Onun baştan çıkarıcılığını da filminde ziyadesiyle kullandı.
Maç Sayısı'ndan sonra adı Marilyn Monroe ile aynı cümle içinde kullanılmaya başlandı. Alımlıydı, ona atfedilen seksi kadın nitelemelerine itirazı yoktu. Böyle söyleyince hınzırca tebessüm etse de gözlerinden cüretkar bir bakış fırlatıyordu. Allen ikinci kez
Vicky Cristina Barcelona filmiyle onunla çalıştığındaysa bu bakışı da bu gülümsemeyi de kullanmamazlık etmedi. Scarlett Johansson artık yolunu buluyordu. O Hollywood'un artık yeni güzellik mitiydi.
ERKEKLERİ DAYAK MANYAĞI YAPIYOR
Bu mit halini sevmesine seviyordu. Ama yeri gelince de ezberleri bozmak hoşuna gidiyordu. Vakti zamanında
Ada ile aksiyon sinemasına da göz kırpan Scarlett Johansson son yıllarda erkekleri sıra sıra döven, güzelliğim kadar yumruklarım ve tekmelerim de etkileyicidir demeye getiren bir kariyere dümen kırdı.
The Avengers'ın soğuk nevalesi Kara Dul olarak
Yenilmezler,
Kaptan Amerika ve
Iron Man filmlerinde seksi ama bir o kadar da tehlikeli olduğunu gösterdi.
Under the Skin filminde uzaylıydı ama özellikle aklı başında olmayan erkeklere çektirmediği kalmadı! Bu hafta vizyona giren Luc Besson'un
Lucy filminde de durum pek farklı değil. Beyni yüzde yüz çalışıyor ve çok güzel ama önüne geleni, genelde erkekler oluyor, sıradan dayak manyağı yapıyor. Belki de ona hayran milyonlarca erkeğe farklı bir mesaj veriyor bilinmez.