DÖRT ÇOCUĞUM, ONLARA AŞIĞIM
- Senin mutluluk formülün ne?
- Dört çocuğum. Onlar benim hayatım. Çocuklarıma aşığım ve hayranım, benim için dünyanın en güzel varlıkları. Dolayısıyla işimin değil de yaşamımın en büyük mutluluğu onlardır.
- Başa dönelim. Küçük Nejat olarak ilk aklına gelen kare ne?
- Aaa çok güzel soru bu. Mesela bir tanesi Taksim Parkı'nda tunç bir boğa heykeli vardır. Sonra o boğa İstanbul'un çeşitli yerlerini gezdi. O boğanın üstünde fotoğraf çektirdiğimi hatırlıyorum. Babam çekmişti. Bir de babamın verdiği harçlıkları biriktirirdim. Çocuk yaşımda paralarımla sinemaya giderdim. Paralarımı nereye saklardım biliyor musun?
- Kumbara falan herhalde...
- Saraçhane başında oturuyorduk, evimize çok yakın bir mezarlık vardı, o mezarlıkta saklardım.
- Pardon niye?
- Saklama, sahip olma ihtiyacından herhalde. O parayla da sinemaya giderdim.
- Baban yani benim Davut Dedem nasıl bir adamdı?
- Çok tatlı ama biraz kendine düşkün bir adamdı. Hiç unutmam çok güzel şapkaları vardı ve çok güzel giyinirdi. Kendisi orduya alınan sivil memurlardan biriydi.
- Anne?
- Annem kutsal bir insandı. Üç erkek çocuk ve babama hayatını adadı, mükemmel şekilde baktı. Bambaşka bir kadındı.
- Benim bildiğim sen filmlere çok meraklıymışsın, futbol oynarmışsın ve denizci olmak en büyük hayalinmiş. Müzik nereden çıktı?
- Bostancı'da Günaydın Restoran'ın olduğu yer o zamanlar Yumurcak Plajı'ydı, biz o plaja giderdik. Yazın da orada eğlencesine müzik yapardık.
ABİ NECO BEN MİYİM?
- O zaman sesinin güzel olduğunun farkındaydın herhalde.
- Sesimin güzel olduğunu fark etmedim. Ben söylemeye başladım herkes beğendi.
- İlk söylediğin şarkı?
- Don't Walk Away diye bir şarkı, TRT radyosu defalarca çalardı. Radyonun başına oturur, akşama kadar şarkıyı bekler, sözlerini çıkartmaya çalışırdım.
- Baban, annen müziğe meraklı mıydı?
- Bizde yedi göbek hiç böyle bir şey yok. Olcay Toktaer vardı, bizi evine davet ederdi beraber müzik yapardık. Ben de o sırada davul çalmaya başladım. İzci trampeti, tencerenin kapağını falan davul yapmıştık kendimize.
- Sen müzisyen olmayı düşünüyor musun? Yoksa eğlencesine mi tüm bu gruplar, şarkılar?
- Valla biz çok eğleniyoruz, hiç aklımda şarkıcı olmak yok. Ben kariyerimi isteyerek, planlayarak oluşturmadım ki.
- Peki olmak istediğin bir şey yok mu?
- Biz o dönem günlerimizi güzel geçiriyoruz, haytalık yapmıyoruz, kavga etmiyoruz, takışmıyoruz, yanlış arkadaşlıklar kurmuyoruz kendi aramızda müzik yapıp mutlu oluyorduk. İlk defa Olcay'la beraber Altın Parmaklar Orkestrası'nı kurduk. 1964 yazı. İlk çıktığımız yer Maltepe Sineması'nın terasındaydı. Davul çalıyordum. Çocuklar bana "Hadi Nejat hem davul çal hem şarkı söyle" dediler. E ben şarkı söylemeye de başladım. Çok güzel reaksiyonlar alıyoruz.
- Sonra Silüetler'e nasıl geçtin?
- Bir gün Yumurcak Plajı'ndayız, Aydın Daruga geldi. Silüetler Orkestrası'nda çalıyor. Dedi ki "Bas gitar çalar mısın?" "Ben davul çalıp şarkı söylüyorum." dedim. "Yaparsın sen, yakışıklı adamsın, gençsin, sesin de güzel. Biz sana öğreteceğiz" dedi. Sekiz, dokuz şarkının bas gitarda çalma pozisyonunu öğrettiler. Eve gittim, çalıştım, ezberledim ve o gün Silüetler Orkestrası'na başladım. Her şey bir anda oldu, orkestrada en çok tutulan adam oluverdim. Ben bas gitar çalarken millet deliriyor, şarkı da söylüyorum. Sesimin güzel olduğunu düşünmüyordum.
- Yok artık!
- Yıllar boyu yaptığım, kaydettiğim hiçbir şarkıyı dinlemedim. Kendimi dinlemek istemem, sıkılırım. Eğleniyorum, para kazanıyorum işte. İzmir Fuarı'ndan döndüğümüz zaman yanımda o zamanın parasıyla 7 bin lira var, bugünün parasıyla 70 bin TL falan. Acayip para kazanıyorum. Vakko yeni açılmıştı. Paramın 5 bin lirasıyla Vakko'dan gardırop düzdüm.
- Sonra...
- Elmadağ'da Parizyen Kafe'de oturuyorum, bir adam geldi yanıma "Nejat sen misin?" dedi, "Benim" dedim. "Ben Aydemir Mete" dedi. Ayağa kalktım, Türkiye'nin en büyük müzisyenlerinden biri. "Benim orkestraya gel" dedi, ben de başladım.
- İngilizce de bilmiyorsun değil mi?
- Şarkıların sözlerini çalışarak, sözlükten anlamlarına bakarak kendi kendime İngilizce öğreniyorum. Sonra İngiliz Kültür'e gitmeye başladım. Bu orkestra ara verdi, duydum ki İlhan Feyman benimle konuşmak istiyormuş.
- Sana da hep durduk yerde teklif geliyor. Kader böyle bi'şey.
- Valla öyle. İlhan Feyman "Bende çalışacaksın" dedi, ben de "Nasıl yaparım? Aydemir Mete'yle çalışıyorum" deyince İlhan Abi "Ben hallederim, sen yarın saat ikide provadasın" dedi. Aaaa ben çok sevindim. Fakat sonra Aydemir Mete ve İlhan Feyman benim için yumruk yumruğa kavga etti.
- Paylaşılamayan adam oldun. Kazanan İlhan Feyman oldu yani.
- Yahu bir orkestra var ki sorma. Gittim, önüme iki 45'lik plak attı, "Git bunları aşağıda çalış gel, prova yapacağız" dedi.
- Senin de kaderin sabah şarkıyı alıp akşam söylemekmiş.
- Şarkıları hiç unutmuyorum A Man Without Love ve Amen. İkisini de öğrendim, provaya girdim. İlhan Abi "Hadi radyoya gidiyoruz, radyoda söyleyeceksin bunları" dedi, dizlerimin bağı çözüldü. O zaman radyo ne demek biliyor musun, radyoya çıktığın an tüm ülke seni dinliyor.
- Film izler gibi dinliyorum seni, 35 yıldır hiç duymadığım şeyler. Sonra?
- Radyodayız, bant kaydını Orhan Borar yapıyor, büyük kemancı. İlhan Feyman anons yaptı "İlhan Feyman Orkestrası programına başlıyor, solist Neco" dedi.
- İlk Neco buradan çıktı yani?
- Evet. Ben bakıyorum, bekliyorum hâlâ. Neco kim? İlhan Abi bana gel gel yaptı. Bacaklarım titriyor, iki şarkıyı okudum. Orhan Borar "Bu kim?" dedi çünkü imtihana girip kazanmadan radyoda şarkı söyleyemezsin. Ben ilk defa radyoda imtihansız şarkı söyleyen kişiyim. Sonra İlhan Abi'ye "Abi Neco ben miyim?" diye sordum, "Tabii ya, Tahir Nejat Özyılmazel diye isim mi olur, sen Neco'sun" dedi.
- Neco olduktan sonraki akış nasıl?
- 1969'un Mayıs'ına kadar İlhan Abilerle çalıştım. O dönem bence müziğin altın çağıydı. Kulüplere smokinle ve tuvaletlerle gelinirdi. Sahnede 6.5 saat kalırdık. İlhan Abi'den ayrıldım, Baltalimanı'nda Fuaye'de Durul Gence Beşlisi çalardı. Durul, Selçuk Başar, Atilla Özdemiroğlu. Ben de dinlemeye gittim. Barda otururken Durul geldi, "Bizimle çalışır mısın?" dedi. "Olur" dedim, bir döndüm Şerif Yüzbaşıoğlu arkamda " Ne dedi o sana?" dedi, anlattım. "Benim orkestrada çalışıyorsun" dedi ve Şerif Abi'ye hayır diyemezsin, Türkiye'nin en büyük müzisyeni.
- Sen hâlâ sesim güzel deme, hâlâ ciddiye alma.
- E öyle, ben Şerif Abi'nin teklifine inanamıyorum. Ertesi gün Hilton Oteli'nin lobisinde buluştuk saat 3'te. O zamanlar Hilton Oteli en önemli yer. Bir gittim ki Atilla ve Selçuk da orada. Hepimiz Şerif Abi'yle çalışmaya başladık. Dokuz ay Ankara Playboy'da çaldık. Sonra İstanbul Gelişim'i kurduk.
- Sanat hayatının 50. yılını kutluyoruz. Tek bir cümle kursan, nasıl geçti 50 yıl?
- Bilmiyorum.
- Şöyle sorayım, ağrılı mı, renkli mi, heyecanlı mı geçti?
- Hayat hep güzelliklerle ya da üzüntülerle dolu olsaydı çok sıkıcı olurdu. Hayatın içinde siyah da var beyaz da, üzüntü de mutluluk da var. Her şey birbiriyle tezat biçimde insanın hayatı yürür gider ama sen tüm bunlardan bir şeyler çıkartıp yine mutlu olabiliyorsan ve sahip olduğun mutlulukları değerlendirmeyi biliyorsan o hayat çok güzel yaşanmış bir hayattır. Ben de çok güzel yaşadım.
AYTEN ALPMAN KRİZ GEÇİRDİ
- Hair, Evita ve Sefiller... Üç büyük müzikalde başrol oynayan senden başkası yoktur herhalde.
- Herhalde. Hair'da başıma ne geldi bilsen. Üç ay oynadım, ürtiker oldum. Nasıl kaşınıyorum, hastayım anlatamam. Sağlığım elden gitti. Sonra askere gittim. Dönüşte bir şey yapmam lazımdı. Leo Sayer diye bir tip buldum, yabancı bir dergide gördüm.
- Senin meşhur palyoço projesi bu. Ben de nereden aklına geldi diye soracaktım.
- Palyaço suratıyla çıkmaya karar verdim, kıyafetlerimi şarkılarımı hazırladım. Kulüp Gala'ya gittim, İstanbul Gelişim çalıyor. Sahibi Behlül "Ne iş yaparsın sen?" dedi, "Şarkı söylerim elbiselerimi de buraya asıyorum, ihtiyacın olduğunda telefon et" dedim. Adam kalakaldı. Bir hafta sonra telefon ve ben Gala'da palyaço şovuyla başladım.
- Beklediğin patlamayı yaratabildin mi peki?
- Kadro şöyle: ben üvertür, benden sonra Nükhet Duru, sonra Salim Ağırbaş, en son Ayten Alpman çıkıyor Memleketim'le yıkıyor ortalığı, içerisi İstanbul'un kalburüstü takımından 800 kişi. Benim şovum 20 dakikaydı, oldu mu 1 saat 10 dakika. Ayten Alpman kuliste bağırıp çağırıyor, işi bırakıyor. Ertesi akşam star benim. İşte böyle olaylar döndü.
DOSTLAR... DOSTLAR...
Ajda: Ajda ile muhteşem işler yaptık. Ajda benim çok sevdiğim bir insandır. Müthiş bir yorumcudur. 50. yıl konserine gelmiş olması da aramızdaki bu sevgidendir. Ajda'yı Açıkhava'da ölümden kurtardım. Beraber şov yapıyorduk, şarkı söylüyoruz. Ajda hiçbir şeyi görmez sahnede. Açıkhava'nın sahnesinin önü orkestra çukurudur. Adımını attı boşluğa gidiyordu, tak diye çektim.
Nükhet: Kaç yıl beraber geçirdik. Unutamadığım çok espriler oldu aramızda. Nükhet Şan Sineması'nda tek spot altında ağır bir şarkı söylüyor. Zeynep'le sen de sahnenin yanından izliyorsunuz. Sen koş gel Nükhet'e 'Aaaa zilli Miket!' de. Üç dakika falan program durdu, büyük gülme krizi.
Kenan Doğulu : Kenan'ı bambaşka severim, nasıl sevdiğimi anlatamam.
Yalın: Senin arkadaşın olduğu için tanıdım. Çok zarif, klas bir çocuk.
Emre Altuğ : Emre'nin saygısına, kibarlığına hayranımdır. Tatlı Hayat'ta tanıdım onu.
Garo Mafyan : Çok kıymetli eski dostum.
Atila Özdemiroğlu : O hâlâ onu ne çok sevdiğimi bilmiyor. Tatlı Hayat: Süper günler, süper dizi.
Türkan Şoray: Müthiş bir kadın.
Haluk Bilginer: Sözler eksik kalır, olağanüstü.
Evita : En severek yaptığım iş.
Beşiktaş : Aşkım.
Müzik : Çok şeye sahip oldum sayesinde.
Bodrum : Hayatım artık orada.
İstanbul : Korkuyorum 60'tan sonra baba olmak: Hediye.
Seyirci: Karşılarında başka bir adam oluyorum.
Cenk Koray: Çok erken öldü çok kızıyorum.
Süleyman Demirel : O benim her şeyim.
Turgut Özal : Çok severim.