İnsanlığın doğa karşısındaki acizliği sinemada birçok felaket filminin hareket noktasıdır. Lakin sinema tarihinde kimi sinemacıların da insan-doğa ilişkisine daha sofistike bakmayı tercih ettikleri görülür. Türkiye sinemasında doğayı bir karakter olarak ele alan yapımlara pek rastlanmasa da doğanın bereketi, insan ilişkilerine etkisi göz ardı edilmez. Özellikle Şerif Gören'in kimi filmlerinde bu etkiyi ziyadesiyle görürüz. Yönetmen Derviş Zaim, insan-doğa ilişkisini ele aldığı üçlemesinde net bir şekilde doğayı bir karakter olarak beyazperdede önümüze koyuyor. Üçlemenin ilk filmi
Devir'de yüzyıllık bir gelenekten yola çıkarak doğayla kurulan 'barışçıl ilişkilerin', kapitalistleşme ve modernleşme sürecinde nasıl bozulduğunu, insanın doğaya hükmetme hırsının, sermayenin 'doğayı' para olarak görmesinin sonuçlarını anlatırken, Zaim doğayı çaresizce kendine yapılanlara sessiz kalan, tevekkül sahibi bir karakter olarak çizmişti.
ETME BULMA DÜNYASI
Üçlemenin ikinci filmi
Balık'taysa doğa o kadar sessiz ve edilgen değil. Zaim, güzel bir gölün kenarında yaşayan bir balıkçı ailenin yaşadıklarını anlatarak meseleye el atıyor ve doğaya yaklaşımı vahşet sınırlarını aşan balıkçı Kaya (Bülent İnal) ile doğanın sesini dinleyen, ritüeller ve söylenceler üzerinden doğayla daha geleneksel bir ilişki kuran karısı Filiz (Sanem Çelik) üzerinden hareket ediyor. Bu ilişki farklılaşması ailenin konuşamayan kızlarının tedavisinde de kendini gösteriyor. En basitiyle benden sonrası tufan diyerek hayatta kalma güdüsüyle hareket eden Kaya'nın bencilliği, açgözlülüğü, para kazanma hırsı onun doğaya tahakküm kurma arayışında radikalleşmesine neden olurken, Zaim bize vicdansız bir rasyonel aklın ne kadar tehlikeli olabileceğini gösteriyor. Ama akabinde de bu aklın gözden kaçırdığı bir noktayı gösteriyor, doğanın kendisine yapılanlar karşısında o kadar da edilgen olmadığını...
Balık, bu noktada
Devir'den farklılaşıyor. Karakter olarak doğa daha da belirginleşiyor. Kaya, doğaya karşı hoyratça yaklaşımının etkisini kendi hanesinde görmesiyle vicdana geliyor. Bu da filmi daha da katmanlı hale getiriyor. Vicdanına kulak veren karakterin suçunu itiraf etmesi önemli. Bergman'ın "Dünyayı utanç kurtaracak" sözünün sinemamızdaki karşılığı adeta bu itiraf hali. Bu noktadan sonra Kaya'nın yaşadığı utanç, verdiği kararlar bir balığın onun için ifade ettikleri farklılaşıyor. O 'vicdansız' karakterin canlı bir balık için neler yaptığını izliyoruz... Balık, öykü anlatımı yönünden
Filler ve Çimen,
Cenneti Beklerken ve
Gölgeler ve Suretler'e daha yakın duruyor. Senarist olarak Zaim çetrefilli bir öyküyü çarpıcı bir şekilde anlatmayı başarıyor. Ama filmin yumuşak karnı sinematografisi. Görsel atmosferi diğer filmler gibi göz alıcı değil.
Filler ve Çimen'den sonra bir kez daha bir Derviş Zaim filminde izlediğimiz Sanem Çelik harikalar yaratmasa da beyazperdeye yakıştığını bize hatırlatıyor. Fiziksel olarak Kadir Savun'u hatırlatan İnal, senaryodan gelen avantajını da iyi kullanarak ilk başrolüyle filme damgasını vuruyor. Nihayetinde
Balık, Derviş Zaim'in filmografisinde üst sıralarda olmasa da çevre meselelerinin hiç olmadığı kadar gündemde olduğu bir dönemde, doğayla ilgili olarak sinema üzerinden sert bir uyarıda bulunuyor hepimize. Uyarı net: Keser döner sap döner gün gelir hesap döner. O gün geldiğinde ne hesap vereceğiz düşünmek elzem!