Başlık korkutucu gelebilir ama konumuz; normal doğuma toplumumuzun bakışı. Kadın hastalıkları ve doğum uzmanı meslektaşlarım çok iyi bilir, neredeyse her dost ortamında sorulan ilk soru budur: "Sizce normal doğum mu, sezaryen mi?" Halbuki doktor olarak cevabımız aynıdır ve yılların eklediği hiç bir bilimsel veri değişikliği yoktur. Değişen sadece, işin siyasi, hukuksal, etik ve sosyolojik boyutudur. Doğum; dış dünyada yaşama kapasitesine erişmiş anne karnındaki bir bebeğin genital yoldan dışarı çıkmasıdır. Bebek genital kanaldan çıkarken, anne veya bebeğin durumunu etkileyebilecek bir sıkıntı oluştuğunda doğum anne karnına yapılan bir kesi ile gerçekleştirilir. Sezaryen bir ameliyattır, ameliyathane koşullarında gerçekleşir ve anestezi gerektirir. Yani doğum ve sezaryenin kelime anlamını açıklamak bile zaten kendi içinde tercih sorusunun cevabını barındırıyor. Soru baştan yanlış çünkü bu bir tercih meselesi değil. Tıbbi bir gereklilik meselesi... Yani kadının sebepsiz, sırf öyle hissettiği için sezaryen tercih etmesi kendi bedeni üzerindeki tasarrufudur, karışmak ya da zorlamak doğru değildir. Sadece normal doğum savunucusu olmamayı da öğrendim kendi adıma. Eskiden sezaryen azdı ama "Kaç çocuğunuz var?" sorusuna; "Beş doğum yaptım üçü yaşıyor, ikisi de doğumda öldü." demek normal karşılanan bir cevaptı. Özetle doğum şekli, kadının tam anlamıyla biliçlendirildikten sonra doktoruyla birlikte vermesi gereken, kişiye özel bir karardır. Hamile kadın, doğum yapacağı hastaneyi seçer. Tüm bilinmezleri ve zaten yıllardır oluşturduğu bilinçaltı kaygılarıyla, doğum yapacağı yeri görmek ister. Doğumhane gezdirilir ve bingo! "Burası doğumhane ve doğum masası, şu oda da doğum sancılarını çekeceğiniz yer ve yatak" der hemşire. Bilin bakalım kapıda ne yazıyordur? 'Sancı odası' tıpkı 'gaz odası' gibi... Sancı evresi ya da sancı odası diye dayatılan terimin etimolojisine bir bakalım şimdi... Bu kelime Latince 'labor'dan gelir. Anlamı: emek, eylem, çaba harcamaktır. 'Sancı evresi' denen bu ilk evrenin doğru karşılığı; 'doğumun eylem, emek, iş evresi'dir ve odanın doğru adı da sancı değil 'eylem odası' olmalıdır. Türkçe'de zorlamam gibi duyulsa da bunu bilinmezlik içindeki bir kadına sancı odası diye dayatmak zaten zalimliktir! Meslek yaşamım boyunca her hastanede bu tabelayı değiştirmek için çaba harcadım. Bir kısmında keçeli kalemle üzerini karaladım, kimisinde ise bantladım ama hiç birinde tabela değişimi yaratamadım. Bir başka konu da suni sancı meselesi... Doğumun kendiliğinden başlamadığı durumlarda, rahim kasılmalarını aynı hormonu damar yoluyla vererek, biz başlatırız. Yani doğum eylemini tetikleriz. Bunun amacı ağrı vermek değil, kasılma başlatmaktır.
HASTA DEĞİL HAMİLE
Aslında doktorlar olarak biraz da çuvaldızı kendimize mi batırsak? Dil alışkanlığı mıdır nedir bilmiyorum, hangi doktor asistanına, "Hastayı alalım ya da sıradaki hasta" demiyor? Halbuki onlar hasta değil sadece hamile. Söylediklerimin doğumda ağrı olmaz şeklinde anlaşılmasını istemem. Anlatmak istediğim sadece, yeterince bilinçlendirilebilsek ve bilinçaltı kirlenmelerimizi temizleyebilsek, korkularımız olmadan rahat bir gebelik ve doğum süreci geçirebilsek çok büyük bir aşama kaydetmiş olacağımız. Anne adaylarıma hep söylerim: "Doğumun nasıl olacağıyla ilgili endişe ya da sorumluluğu doktorunuza bırakın. Bu yüzden onu seçtiniz. Bu onun sorunu, sizin değil. Siz sadece bu anın güzelliğine odaklanın. Bebeğin kime benzeyeceğini, kokusunu hayal edin. Bu güzel süreci ne kendinize, ne de yakınlarınıza zehir edin. O küçücük parmaklara odaklanın ve keyfini çıkarın.
YANLIŞ KALIPLAR
Peki ama neden normal doğumdan bu kadar korkuyoruz? Ağrı korkusu, vücudun deforme olma korkusu, bilinçsizlik gibi nedenler sayılabilir. Ama tüm bu korkuların bence en önemlisi, çocukluğumuzdan beri bilinçaltımıza yerleştirilen yanlış kalıplar. Sinemayla başlayalım... Türk sineması bağıra bağıra doğum yapan kadınlarla doludur. O inleme, feryat, haykırışlar hala kulaklarımızdadır. Mesela ben Türkan Şoray'ın oynadığı
Deprem filmindeki, kayalıkların arasında, elleri zincirliyken yaptığı doğumu hiç unutamam. Evet kız çocukları bu filmlerle ve hikayelerle büyütülüyor. Anne-kız ilişkisine bir bakalım... Annenin kızına kırıldığı ya da üzüldüğü anlarda kullandığı bilinçsiz "Seni dokuz ay karnımda taşıdım. Doğumda ne sıkıntılar çektim biliyor musun?" repliği. Sonra kız çocuk ergenliğe girer... Tüm benlik algısı değişirken kafasına vura vura söylenen söz; "Artık kadınlığa adım attın, seni zor yıllar bekliyor"dur. Ve tabii en büyük zalimliği, kadın yapıyor yine kadına... Hamilelik döneminizi hatırlayın hanımlar. Herkes çok zor ve kötü doğum deneyimlerini anlatır. Otobüsteki teyzeden, alışveriş merkezindeki güvenlik görevlisinden, en yakın akrabalarınıza kadar. Kolay ve rahat doğum tecrubesini anlatan çok azdır. Bu zalim kişilerin cümleleri de niyeyse bunca doğumda hiç rastlamadığımız iki-üç gün süren doğum sancılarını içerir. Ki bu doğum evresi asla altı-yedi saati geçmez.