Efsane
müzisyen Ray Charles, "Ben içimde müzikle doğdum. Müzik benim bir parçamdı" derken bilimsel bir gerçeğin ipuçlarını veriyordu belki de. Yapılan araştırmalar müzikle beynimiz arasındaki ilişkinin ne kadar heyecan verici olduğunu ortaya koyuyor. Ama bu ilişki kimi zaman tatsız sonuçlanabiliyor Herkes müzik dinlemeyi sever. Kimileri daha fazla. Onlar yolda yürürken bile adımlarını kafalarının içinde çalmakta olan müziğe uygun olarak atarlar. Hayatlarının en önemli anlarını hatırladıklarında fonda mutlaka bir de şarkı çalmaktadır. Üzüldüklerinde, sevindiklerinde, sevdiklerinde, terk edildiklerinde sığındıkları müzisyenler, müzikler vardır. Onlar için hayat müzikle anlam kazanır... Böyle bir müzik tutkunu için en büyük kabus müzik dinleyememek olur herhalde. Peki böylesi bir insanı müzik dinlemekten ne vazgeçirebilir? İşte bu sorunun kafamı kurcaladığı geçtiğimiz günlerde Nöroloji ve Psikoloji Profesörü Oliver Sacks'ın
Müzikofili adlı kitabıyla karşılaştım. Sacks, kitabında müziğin kavrama gücümüzü, davranışlarımızı ve hatta bizi nasıl değiştirdiğini, dönüştürdüğünü anlatıyor. Ve bunu yaparken klinik araştırmalarından, popüler kültürden yararlanıyor. Kitapta ayrıca soruma tam da yanıt olabilecek bir bölümle de karşılaştım. Müzik korkusunun işlendiği bölümde, müzik kaynaklı epilepsi vakaları hikayeleri ile yer alıyor.
MÜZİK DİNLERKEN GELEN KRİZ
19. yüzyılda yaşayan ünlü müzik eleştirmeni Nikonov, Meyerbeer'in operası
Le Prophete'i seyrederken birden titremeye, terlemeye başlar. Sol gözü seyirmektedir. O gün yaşadıklarından sonra eleştirmenin müzik duyarlığı giderek artar, sonunda ne kadar yumuşak olursa olsun kulağına çalınan her türlü müzik nöbet geçirmesine neden olur. Nikonov onca bilgisine ve müzik tutkusuna rağmen mesleğini bırakmaya, müzikten köşe bucak kaçmaya mecbur kalır. Yolda yürürken bir sokak bandosuyla karşılaşacak olsa kulaklarını elleriyle kapatarak en yakın kapı aralığına veya yan sokağa koşar. Yakın tarihten bir örnek de Silvia N.'nin yaşadıkları. Silvia, 30'lu yaşlarının başlarında epilepsi nöbetleri geçirmeye başlar. Nöbetler çırpınmalar, sarsılmalar ve bilinç kaybıyla seyreder. Kendine geldikten sonra anımsadığı son şey, sevdiği Napoli şarkılarından oluşan CD'yi dinlediğidir. Çocukluğunu anımsatan Napoli şarkılarını çok sevmesine rağmen nöbetlerini tetiklediği için onlardan korkmaya başlayan Silvia, aile toplantılarına, düğünlere gittiğinde de müzik başlar başlamaz koşarak dışarı çıkmayı alışkanlık haline getirir. Napoli müziğinden uzak durmayı başarsa da müzik kaynaklı olmayan başka nöbetler de geçiren Silvia, sonunda beyin operasyonu geçirir. Nöbetlerin çoğunu ortadan kaldıran ameliyat, Silvia'nın Napoli şarkılarına olan aşırı duyarlığını da yok eder. Bir de bizden bir örnek. Tezlere konu olan vakada 29 yaşındaki hasta arabesk türünde müzik duyduğunda önce ölecekmiş gibi bir sıkıntı ve ağlama hissi duyuyor. Hatta ağlıyor. Birkaç dakika sonra kendine geliyor ama hiçbir şey hatırlamıyor. Müzik kaynaklı epilepsi ender görülen bir hastalık olsa da günümüzde daha fazla insan bu rahatsızlıkla ilgili doktora başvuruyor. Çünkü radyo, TV, iPhone derken modern teknolojiyle birlikte insanlar gün içinde daha fazla müziğe maruz kalıyor. Özetle birinin yaşam kaynağı olan müzik diğerinin kabusu olabiliyor. Sacks'ın kitabında beyin-müzik ilişkisine ilişkin başka hikayeler de var. Yıldırım çarpmasından sonra piyano çalmaya karşı ilgi duyan doktor vakası ya da bir sabah zihninde bitmek bilmeyen bir melodiyle uyanan kadın gibi...