Sonbahar ve
Gelecek Uzun Sürer, iki filmdir yönetmen Özcan Alper'in kadrajına, toplumsal acılarımızdan mustarip yaralı ruhlar düşüyor. Üçüncü filmi
Rüzgarın Hatıraları da bir yaralı ruh filmi... Geçmişimizde asılı duran ama bir türlü toplum olarak üstesinden gelemediğimiz acılar Alper'in dert ettiği meseler. Alper'in sinemada yaptığıysa, ele aldığı konuları süregelip giden kısır tartışmalar içinde heba etmeden, meselelerin özüne ve insani tarafına dair, empati duygusu yaratarak bir şey söylemek. Bunu yaparken Alper, sanatçı, sinemacı kişisi olarak ne estetik meseleleri dert edinmekten, ne de oluşturmaya çalıştığı sinemasal dili geliştirmekten taviz veriyor. Adının kendi kuşağında öne çıkmasının sebebi de galiba bu...
GEÇMİŞ GEÇMİ YOR
"Geçmiş asla ölü değildir. Geçmiş bile değildir" sözüyle açılan
Rüzgarın Hatıraları, Ermeni ressam Aram'ın yaşadıkları üzerinden bizleri hem 1940'lar Türkiyesi'ne hem de 1915 Ermeni tehcirine götüren bir dönem filmi. Ama kendini tarihi olayların içine hapseden ve kısır tartışmalar içinde yolunu kaybeden bir film değil. Tam da açılış cümlesine denk düşecek şekilde film yaşananları duygu ve düşünce olarak geçmişte asılı bırakmıyor. Geçmişin yakamızı bırakmayacağını, geçmiş olarak kalamayacağını duyumsatıyor. 1943'te İstanbul'da yaşayan Aram, Varlık Vergisi bahane edilerek derdest edilmek istenir. O da İstanbul'dan kaçıp Batum'a geçmek ister. Ama ucu açık, bilinmez yolculukta kendiyle baş başa kaldıkça unuttuğu hatıralar bir karabasan gibi üzerine çöker. Hatıraları da 1915'teki Ermeni tehciriyle, ailesiyle, yüzünü hatırlayamadığı annesiyle ilgili... Aram'ın hatıraları geçmişten sökün ettikçe o da nasıl bir darboğaz yaşadığını fark eder.
Rüzgarın Hatıraları'nın anlatmak istediği tam da bu. Acıya tanıklık etmenin o tanıklıkla yaşamanın bizi nasıl bir çıkmaza soktuğu. Tanıklık edenin sessizliği, sessizliğin yarattığı unutma isteği ama bir kabus gibi geçmişin ansızın karşınıza çıkışı ve bir delirme hali... Toplumsal ve tarihi gerçekler düşünüldüğü zaman yüklü bir film
Rüzgarın Hatıraları. Alper bir yaralı ruh hikayesi üzerinden bu yükü serinkanlılıkla sırtlıyor, fakat sırtlarken meseleyi hem insanı hem de düşünsel bir zeminde ilerletmeyi tercih ediyor. Edebiyata referansları, sinematografik göndermeleri buna işaret ediyor. Belki bu yüzden filmin estetik dertlerinin meselenin önünde olduğu duygusu gelebilir. (Bence dengeli bir durum var ortada.) Ama neticede eldeki de bir film ve Alper'in en iyi yaptığı, neyi anlattığını bildiği gibi nasıl anlatacağı üzerine kafa yorup didaktik anlatımdan uzak durması...
MÜKEMMEL KADRAJLAR
Alper önceki filmi
Gelecek Uzun Sürer'de sevdiğini fark ettirdiği epik anlatıdan
Rüzgarın Hatıraları'nda ustaca yararlanıyor. Klasik sinemaya yakın duran sinematografisiyle zor bir filmin üstesinden gelmeyi başarıyor. (Bunun için yönetmenliğini birkaç adım öteye taşıdığı söylenebilir.) Bu noktada görüntü yönetmeni Andreas Sinanos'un mükemmel kadrajlarına şapka çıkarmamak imkansız. Ressamı canlandıran Onur Saylak ile Mustafa Uğurlu'nun performansları ise üst düzey. Tuba Büyüküstün'ün ise kısa ama etkili bir rolü var. Ezcümle büyük acılara tanıklık etmenin çıldırtıcılığını ele alan
Rüzgarın Hatıraları yılın en iyi yerli filmlerinden biri... Kaçırmayın!