Öğrenciyken, İstanbul Film Festivali'ne katılmak için bir hami bulamayınca bir grup arkadaşla sahte sinema yazarı kartı yapıp yakalanmışlığımız var. Durumuza acıyan Emek Sineması'nın efsanevi müdürü Hikmet Dikmen, bizi ücretsiz sinemaya alarak (elbet de üst kata) bir nevi festival hamimiz olmuştu. Bunun için hamilik nedir bilirim!
5 Nisan'da başlayacak 36. Uluslararası İstanbul Film Festivali'ndeki öğrencilere yönelik hamilik uygulamasını duyunca heyecanlanmam da bu yüzdendi. Tabii hemen bu hamilerin peşine düştüm. Biletix kurumsal olarak destek vermiş hamilik projesine, Oya-Bülent Eczacıbaşı, Hıncal Uluç, Ekrem Çatay, Sedat Aklan, Ayça Dinçkök, Selin Balkır Erçin-Feyzi Erçin, Rezzan Benardete, Ahmet İren ve Emine Öz de bireysel olarak. Onların hamiliği sayesinde bu yıl festivalde öğrenciler hafta içi seanslarda filmleri 1 TL'ye izleyecekler. Şimdilik 20 bin öğrenci bileti garantilenmiş durumda. Ki hami olmak isteyenler için hâlâ vakit var.
YENİ SİNEMA AŞIKLARI OLSUN
Peki bu isimler neden hami oldular? Ulaşabildiklerimize bununla birlikte birkaç soru sordum. Ahmet İren "Gençlerin festivalde izleyecekleri iyi filmler sayesinde 'yeni sinema aşıkları' olabilmeleri için!" diyor. Film Festivali beni dönüştürdüğü gibi başkalarını da dönüştürebilir!" diye eklemeyi de ihmal etmiyor. Ahmet Bey için festival bir okul olmuş, "Dünya sinemasının usta yönetmenlerini hep festivalle keşfettim" diyor. Almodovar'ı, Carlos Saura'yı, Peter Greenaway'ı festivalle tanıyıp, onların sinemasının hayranı olduğunu anlatıyor.
HAYAT BİRAZ DA SİNEMADA SAKLI
Selin Balkır Erçin, derslerinde başarılı olmak ve öğrencilik hayatına alışmak adına üniversite yıllarında film festivalini biraz ihmal etmiş, "Bunun için üzülürüm" diyor. Biraz da bu sebeple projeye destek vermek istemiş, "İmkanı kısıtlı öğrencilerin bu fırsatı yakalayabilmesi için, İKSV'nin bu projesini duyar duymaz içimden geldi ve destekledim" diyor. Onun değil ama eşi Feyzi Erçin'nin festivalde unutamadığı bir anısı var bu anıyı anlatıyor: "Eşim, 1996'da festivalin Yaşam Boyu Başarı Ödülü almak için İstanbul'a gelen Michelangelo Antonioni'den, Emek'teki ödül töreni sonrası imza almış. Onu gördüğüm zaman böyle bir anıyı biriktirmenin güzelliğini düşünmüştüm ve bu tür fırsatları herkesin yaşamasını istedim."
Ayça Dinçkök çocukluktan beri sinemaya düşkün bir isim. Aslında onun da biraz farklı da olsa sinema hamileri olmuş! Ayça Hanım "Dayımın Çiftehavuzlar'da Video Renk adında bir videokaset kiralama dükkânı vardı. O altyazılarını yaparken, kasetleri etiketlerken yanında otururdum. Onun sayesinde birçok filmi ve diziyi seyretme imkânım oldu. Hamim oydu diyebilirim sanırım" diyor.
BİLET PEŞİNDE KOŞMAK
Sedat Aklan festivalin müdavimlerinden. Film festivali deyince "Bilet peşinde koşmak, yer bulmaya çalışmak, kalabalık salonlar ve çok özel salonlar" geliyor aklına. Arabistanlı Lawrence unutamadığı filmlerden. Sinemanın iyileştirici gücüne inanıp ülkenin durumu da göz önüne alarak projeye dahil olmuş.
SABAH ve atv'nın da desteklediği 36. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde 180'den fazla film gösterilecek. Öğrenciler festival kitapçığını inceliyor, filmleri seçiyor. Hamilerin sayısı ne kadar artarsa bu çabalar boşa gitmeyecek. Bizden söylemesi...
Yine öcüleşti uzaylılar
HAYAT/LIFE
Hatırlarsanız G.O.R.A.'nın sonunda Arif döner seyirciye "Amerikan sineması sözüm sana. Yıllarca uzaylıları öcü gösterdin. Ama unutma uzaylı da olsa insan insandır" der. Son yıllarda sanki bu repliği kulağına küpe yapıp uzaylıları öcü göstermeyen filmler izler olduk. Ama bir yere kadarmış. Hayat/Life, bu kadar iyimserlik yeter dercesine o eski öcülü bakışı yeniden hatırlatıyor bize. 'Uzaylı öcüdür, öldürür. Aman dikkat!' demeye getiriyor.
İsveçli yönetmen Daniel Espinosa'nın çektiği Hayat, dünyanın çevresinde dolaşan bir uzay istasyonunda geçiyor. Bu istasyona Mars'tan gelen numune toprak parçalarında canlı organizmaya rastlanıyor ve bu büyük bir keşif olarak görülüyor. Dünya büyük bir sevinçle karşılıyor bu keşfi ve organizmaya Calvin adı veriliyor. Çok zeki olduğu anlaşılan organizmanın, ete kemiğe büründükçe hiç de dostcanlısı olmadığı ortaya çıkıyor. Sonra da uzay istasyonunda gerilim dozu yüksek bir ölüm kalım mücadelesi yaşanıyor. Bu mücadele sürerken Calvin'in bütün amacının aslında dünyaya inmek olduğu ortaya çıkıyor. Sınırlı sayıdaki mürettebatın tüm amacı da onun hedefine ulaşmasını engellemek oluyor.
Aslında Ridley Scott'ın Yaratık/ Alien filmini izlediyseniz Hayat için Hollywood cephesinde yeni bir şey yok diyebilirsiniz. Haklısınız da. Çünkü benzer bir hikaye anlatılıyor. Hatta Hayat için Yaratık'a fena halde öykünmüş ve Yerçekimi filminin açtığı yoldan ilerlemiş bir yapım da denilebilir. Lakin vaat ettiği her şeyi karşılıyor. İyi yönetilmiş ve oynanmış bir bilimkurgu var karşımızda. Rebecca Ferguson yine göz kamaştırıyor ve performansıyla filme önemli katkı sunuyor.
Ama ilginç olan bu öcü meselesi işte... Ne oldu da bilimkurgu filmleri yine geleneksel bakışına döndü?
Sinemada uzaylılara olan bakışla dünyanın içinden geçtiği politik ve toplumsal iklim arasında bir bağı olduğu bilinir. Yaratık 1979'da tam da krizlerin, kimi toplumsal altüstlerin yaşadığı, insanların geleceğe umut yerine kaygıyla baktığı bir dönemde ortaya çıkmıştı.
Hayat'a da biraz bu yönden bakmak gerek. Uzaya gitme ve başka bir gezegende yaşama fikrine iyice alıştığımız, ya da alıştırıldığımız mı demeli, bir dönemde Hayat adeta bu fikre şerh koyuyor.
Keşif duygusunun iyimserliğinin yanıltıcılığından dem vuruyor, bilinmeyenin aslında çok tehlikeli olduğu fikrini öne çıkarıyor. Yani dünyada yine krizli zamanlardayız. Her gün bir krize uyandığımız, umudun geri çekilip kaygının öne çıktığı, bilinmeyeni hemen ötekileştirme ve düşmanlaştırma eğiliminin arttığı zamanda yine olan uzaylılara oluyor ve tekrardan öcüleşiyorlar. Ne diyelim; insanlık kendi meselelerine uzaylıları alet etmesin.