Henüz torun sevgisi tatmamış olanlar, bu sevgi için "sermayenin faizi" derler. Doğru olmadığını torun sahibi olduktan sonra anladım. 1960'ların başında Ankara'nın Bahçelievler semtinde babamlarla karşılıklı dairelerde otururduk. O sıralarda 3-4 yaşlarında olan oğlum yaramazlık yaptığında kulağını çekmeye kalkışmam üzerine dedesinin kapısının önüne
feryat figan koşardı. Bu feryat üzerine kapıya gelen anne ve babamın "Ne yaptınız bu çocuğa?" sorusuna "Elimizi bile sürmedik" savunmamızla inandıramadığımız için "Elinizi sürmeseniz çocuk böyle feryat eder mi?" diye çıkışır ve oğlumu teselli etmek için bir süre içeri alırlardı. Bir gün babama "Bu çocuğu şımartırsanız, büyüyünce ben başa çıkamam" diye yakındığımda, "Torun sevgisini sana sözle anlatmam mümkün değil. Ne demek istediğimi sen da torun sahibi olunca anlayacaksın" derdi. Ben de daha ileriye gidemezdim.
DENİZE DALINCA...
Kadir Has Üniversitesi Tiyatro Bölümü'nden mezun olan üçüncü torunum, İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun kadrosuna katılınca, ilk oyunu olan
Ay Ecesi'ni İstanbul'dan sonra Diyarbakır ve Konya'da da sahnelemişlerdi. Gidip görmek için can attım, kış ortasında gözüm yemedi. Ama 5 Ocak'ta Denizli'ye gelmeleri beni cesaretlendirince, otobüse atladığım gibi gittim.
Ayşe'yi ve rol arkadaşlarını başarılarından dolayı avuçlarımız kızarıncaya kadar alkışladık. Huyumdur, denize dalsam bir avuç kumla çıkarım. Bu huyum belki de akademisyenliğimden kaynaklanmakta. 1990'larda Denizli Mühendislik Yüksek Okulu'nda derslerim vardı. Fırsat buldukça da Denizli'yi incelemiştim. Bu gidişim bana Denizlinin nereden nereye geldiğini görme fırsatını verdi. Eski bildiklerimle karşılaştırabileceğim hiçbir nokta bulamadım. Tepeden tırnağa değişmiş, gelişmiş. Her tarafta "büyükşehir" olma coşkusunu gösteren afişler, pankartlar vs. var. Kendimce şu değerlendirmeyi yaptım:
Denizli uçmuş. Kuşkusuz, uçuran da öncelikle belediyenin hizmetleri.
GÖRMEK GEREKİR!
Yazılarımı takip edenler, sıklıkla İzmir'deki belediye hizmetlerini kaleme aldığımı, eleştiriler yaptığımı ve önerilerde bulunduğumu hatırlayacaklardır. Haksız da değilim. Çünkü, yaşantımızda belediye hizmetlerinin çok önemli rolü ve etkisi bulunmaktadır. Hatırlarsanız, iki ay önce de katıldığım bir turla uğradığımız Eskişehir'deki hayranlık uyandıran belediye hizmetlerini iki hafta yazmıştım. Gelelim Denizliye: Bulvarlar, caddeler tertemiz. Yaya yolları gözünüzü kapayıp yürüyeceğiniz kadar düzenli ve bordür taşları sadece 10 santim kadar yükseklikte olduğu için yürüme engeli rampaları da sıkıntı vermeyecek bir yapıda. O kadar dikkat ettiğim halde taksilere rastlamadım. Demek ki, belediyenin ulaşım hizmetlerini sağlamada bir noksanlığı yok. Hele, hiçbir yaya yoluna bordür taşlarının sadece 10 santim kadar yüksek olmasına karşın araçların park etmemiş olması ayrı bir güzellik. Üstelik, sürücüleri korna çalmayacak kadar da medenî. Akşam saatlerinde kuruluşların, ticarethanelerin rengârenk aydınlatılmış olması geceye ayrı bir güzellik katıyordu. Denizlinin güzelliğini uzun uzun anlatmayacağım, görmenizi öneririm. Eminim, siz de "İzmir neden böyle değil?" diyeceksiniz.
BU NASIL İŞ!
Her belediyenin belde halkına verdiği değer farklı. Aynı yasal hükümler geçerli olduğu ve belediye gelir kaynakları da farklı olmadığından insan "Demek ki, belediye bütçesini bilinçli bir tarzda planlayıp, kullandığında, güzellikleri de çok farklı olabiliyor" değerlendirmesini yapıyor. Gece İzmir'de Santral Garaj'dan servis minibüsü ile Basmane'ye gelirken camdan bakarak incelemeye koyuldum. İnanamayacağınız bir gözlemimi yazmak isterim: Garajdan belki 300-350 metre sonra gördüğüm bir engelli rampasının tam ortasına bir metal kazık dikilmişti. Tam "Olur mu böyle densizlik?" dememe kalmadan, 100 metre kadar sonra yine bir engelli rampasında aynı çirkinlik. İçim karardı, torunumun mutluluğu içimde kaldı. Herhalde, "İş bilenin, kılıç kullananın" sözü böylesine durumlar için söylenmiştir.
SÖZÜN ÖZÜ: Nasılsanız öyle yönetilirsiniz. Hz. Muhammed.