Tanıdım ama bu kadar başarılı ve de bu kadar
"mütevazı" bir mucit tanımadım.
Ayvalık'ta herkesin tanıyıp sevdiği bir kişi. Ben yakın zamanda tanıdım. Oysa uluslararası bir üne sahip. Adı
Yakup İşçen, kendi yaptığı teknesinin adı
Gümüşlü. 8.5 metre boyunda.
Saç bir tekne.
Teknenin içinden denizin altını da görebiliyorsunuz.
Cam bölmeler var içinde. Açıyorsun cam bölmelerin üstünü, gözlerinin önüne masmavi
Ege suları geliyor.
ATÖLYE DEĞİL, MÜZE!
Pırıl pırıl cam gibi diyeceğim ama şu sıralar öyle değil. Eskiden öyleydi.
1989 yılında
Ortunç açıklarında, teknede güneşlenirken birden kendimi denize bırakmıştım. Su güzel, serindi ama, benim gözlerimdeki gözlük de kayıp denizin dibini bulmuştu. Yaklaşık
15-
20 metrelik bir derinlik. Deniz pırıl pırıl, gözlük gözüküyor, dalıp almaya çalışıyorum ama zor.
Şimdi
5- 6 metre sonra dip gözükmüyor.
Gelelim mucidimiz
Yakup İşçen'e.
Deniz kenarında müze gibi bir atölyesi var.
Bir torna tezgahı, bir freze tezgahı ve müzelik eşyalar.. İçerisinde kocaman bir midye bulunan bir şişe. Hiç görmediğim balık kafaları, balık kuyrukları, deniz mahsulleri.
En ilginçlerinden biri de bir kılıç balığı kafası.
Dev midyeler, istiridyeler, deniz yıldızları, deniz kestaneleri yani kara dikenler.
Antika sobalar, antika radyolar, tespihler.
Benim bir kaya parçasını, boyayarak ayağa benzettiğini sandığım bir taş.
Yakup Bey beni düzeltiyor;
"10 milyon yıl öncesinin bir heykel ayağı." "
ATAM İZİNDEYİZ!" YAZISI
Fotoğraflar, fotoğraflar. Bir sandal dolusu balık fotoğrafı. Balıklar
300- 500 gram değil,
10 - 15 bazen
30- 40 kiloluk.
Atölyenin önündeki bahçeye geçiyoruz.
Tam keyif yeri. Önde
Gümüşlü teknesi.
Bir masanın üzerinde, kocaman bir
Caretta Caretta kabuğu. Eskiden
Ayvalık denizinde de bulunurmuş, şimdi yok tabii.
Denizanası sandığı bir naylonu yutmak isterken havasız kalıp ölmüş.
Yakup İşçen'in
"müze gibi" atölyesinde ölümsüzleşmiş.
Tekneye giriyoruz. Kat kat. Her bölüm ayrı bir güzellikte.
Kaptan Köşkü'ne çıkıyoruz, seyir mükemmel. Dönüp inerken karşımıza bir yazı çıkıyor,
"Atam izindeyiz." Teknenin içi de fotoğraflarla dolu. çeşitli etkinliklerde gözüken,
Yakup İşçen'in üçgen vücutlu gençlik fotoğrafları.
Yakup İşçen, yeni yapacağı saç teknenin planlarını, çizimlerini gösteriyor,
Union Jack modeli saç bir tekne.
Yakup İşçen'in
50'den fazla icadı olduğunu söylemiştim ya en önemlilerinden biri, ilk
"zeytinyağı dolum makinası" imiş. Bu fikri ona, rahmetli babası vermiş.
1974 yılında herkes elle zeytinyağı dolduruyormuş.
Yakup İşçen, hem şişe, hem teneke dolumu yapabilen makine yapmış.
Babası
"Oğlum bir makina yap, insanlara kolaylık olsun, millet onunla doldursun" demiş. Babasını kırar mı! Hemen bir makine yapmış, hatta
Orkide ve
Komili'ye aynı makineden üretmiş.
ZEYTİN VE ZEYTİNYAĞI ÜZERİNE İCATLAR
Başka makineler de yapmış tabi. Saatte
200 fişeği doldurabilen
"av fişeği doldurma makinesi" arap sabunu dolum makinesi, zirai alet yapımında kullanılan, oksijenle kopya kesme makinesi. En çok beğendiği de karısının isteği üzerine yaptığı,
"zeytin kırma makinesi."
Yakup İşçen'i bana ilk anlattıklarında,
"Japonların yaptığı rapalanın hatalarını bulup fabrikaya yollamış. Japonlar bakmışlar doğru tespit, ondan sonra yaptıkları rapalaları Yakup İşçen'e yollayıp onay alıyorlar" demişlerdi.
Bunu
Yakup İşçen'e sordum.
"Yok" dedi,
"Japonlar değil Finlandiyalılar.
Bana yolladıkları açıklamada, rapalaları bir akvaryumda test ettiklerini söylediler.
Bana da teşekkür ettiler."
Yakup İşçen'in anlattığı en güzel olay ise dedesinin başından geçen bir olay.
Dedesi eskiden,
Osmanlı'nın mali işlerinden sorumlu memuruymuş. O devirde eşkıya dağlarda cirit atarmış. Ne zaman ki dedesi,
Eytam (yetimler)
Sandığı'ndan, köylerdeki, kasabalardaki yetimlere, ödenek ve iaşe götürdüğünde, eşkıya bilir ve dokunmazmış.
Yakup İşçen, "Şimdi ortalığa bir bak öyle mi! Eşkıyadaki düşüncenin kırıntısı yok" diyor. Ben de düşünüyorum,
"tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyorlar" sözü, bu eşkıya anılanarak mı söyleniyor.
Merak ediyorum.