Sanki dağlara
"ölüm fermanı" çıkarıldı. Yine gündemde
"doğa ve maden" tartışmaları var. Bu tartışmalar bana pek yabancı değil. Hatta çok alıştığım ve sürekli karşılaştığım sorunlar. Sorun deyince tek taraflı almamak lazım. Her iki tarafta da destekciler var. Her kesim kendi doğrusunu dayattığı için de genellikle tartışmalar bitmiyor ve yıllarca uzayıp gidiyor. Daha biz
Cunda Adası'na kurulacak olan rüzgar enerjisi santrallerı konusunu bir
"tatlı sona" bağlamadan, bu kez karşımıza ikinci bir
Kaz Dağı sorunu ve hemen onun yanında da
Çal Dağı sorunu çıktı. Böyle tartışmalar gazeteciliğe başladığım ilk yıllarda da vardı, ya
"topraklarımız, madenlerimiz peşkeş çekiliyor" ya da
"maden çıkaracağız" diye doğamız, dağlarımız katlediliyor.
TEPKİ OLMASI İYİDİR
Tepkiler... Tepkiler. Demokratik tepkilerin olması çok iyi. Böyle tepkiler insanları daha özenli, daha dikkatli ve daha güvenli yapıyor. Ben doğal kaynakların, yer altında kalmasından yana değilim. Hani, "
Dağın altındaki madenin getireceği ekonomik fayda, dağın üstünde oluşturacağı zararın kat kat altındadır" derler ya, eğer o madende, doğru dürüst çalışma yapılmıyorsa doğrudur ve geçerlidir. Gerçekten doğaya zarar vermeden, ya da en az zararla, ekonomik değeri çok yüksek ürünler çıkarılıyor ve ülke ekonomisine katkıda bulunuyorsa buna söylenecek söz olmaz. Bu tartışmalarda başı çeken en ünlü dağımız
Kaz Dağlarıdır.
Kaz Dağları için söylenen en güzel söz;
"Alpler'den sonra dünyanın en fazla oksijen üreten dağı" sözüdür. Ben gezdim, dolaştım, havasını soludum, gerçekten de öyle. Şimdi yeni sorun,
Kaz Dağları'nda
16 firmanın altın madeni işletmek için ruhsat alması. İddiaya göre, ruhsat alan firmalar,
34 noktada altın arayacakmış. İddia bununla kalsa çok iyi.
Kaz Dağları'nda altın madeni işletmeciliğinin başlaması halinde,
2,5 milyar ton kaya ve toprak işlenecek, yaklaşık
400 bin ton siyanür kullanılacakmış. Ayrıca,
10 milyon adet zeytin, kiraz, şeftali, elma ağacı ile birlikte tüm bitkisel üretim ve tarımla geçimini sağlayan
750 bin kişi olumsuz etkilenecekmiş.
İDDİALAR BİTMİYOR
Bir başka iddia da
Çal Dağı'nda çıkarılan nikel madeni faciası. Facia diyorum, çünkü uzmanlar öyle söylüyor. Bana göre tartışmalarda bir parça da
"siyasi çekişme" var. Olay şu:
Çal Dağı'nın altında
40 milyon ton nikel rezervi var. Bu nikel madeninin saf halde piyasa değeri
6 milyar dolar.
İngiliz Europan Nickel,
Çal Dağı'ndaki bu maden için
2002'de
Bosphorus Nikel'i kurdu. Şirket
2007'de Sardes Nikel Madencilik ismini aldı. Bu şirkette eski
İngiltere Büyükelçisi
David Logan da var. Şirket
2007'de madeni işletmek için
Ali Babacan'a mektup verdi. o zamanki Çevre Bakanı
Osman Pepe izin vermedi.
Osman Pepe'nin vermediği izni, daha sonra Çevre ve Orman Bakanı
Veysel Eroğlu 2009 yılında verdi.
Çal Dağı'ndaki
3 milyon 297 bin 832 metrekare orman arazisi
2026'ya kadar İngiliz sermayeli
Sardes Nikel Madencilik'e tahsis edilir. Şimdi işin en ciddi ve en iyi izlenmesi gereken yanı ise şu. Bu nikel madenini çıkarmak için kullanılan metod
İngilizlerin sülfür sistemi. Bu sistem
Afrika tipi
"vahşi madencilik"e dayalı.
15 yıl açık ortamdaki havuza her gün
3 bin ton sülfür asit dökülecek. İddiaya göre benzer sistem sadece
Avustralya'da bir çölün ortasında uygulanıyor.
ASIL TEHLİKE BURADA
Asıl tehlike burada başlıyor. Kurulacak sülfür sistemi
Çal Dağı ve tüm
Gediz Ovası'nı mahvedecek yapıya sahip. Asit yağmurlarıyla üzüm bağları, yer altı sularıyla bölgenin zehirleneceği öne sürülüyor.
Ege'nin kalbi
Gediz'de yıllık
2.3 milyar liralık tarım üretiminin yok olacağı da iddialar arasında. İddialar böyle. Yani tam
"yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal" hali.
Çal Dağı'nın altında ülke ekonomisine büyük destek olacak
6 milyar dolarlık bir maden rezervi var, bir de bu madeni çıkarmak için felakete atılacak
Gediz Ovası. Gel de çık işin içinden. Yani bu madenin çevreye böyle zarar vermeden çıkarılmasının bir yolu yok mu?