Bir haftadır Ankara'daydım. Önceki yazılarımda da belirttiğim gibi 1974'de Ankara'dan İzmir'e gelip yerleşmiştim. İzmir'e gelişimin başlıca sebebi de o tarihlerde, kış aylarında
Ankara'nın havasının yaşanamayacak kadar kirli olmasıydı. Eşimin müzmin bronşitiyle ilgilenen aile doktoru bana "Madem derslerin için İzmir'e gidip geliyormuşsun, seni de Ege Üniversitesi'ne istiyorlarmış, eşini de götür, oraya yerleş ve eşinin hayatını kurtar" önerisinde bulunmuştu. Öyle de oldu. Uçaklardaki gecikmeler derslerimi kaçırmama sebep olduğundan Ankara-İzmir arasında otobüslerle ve zaman tasarrufu için de geceleri gidip geliyordum. Sabaha karşı İzmir'e geldiğimi Bornova kavşağında
Körfez'in kötü kokusundan, Ankara'ya geldiğimi de ODTÜ kavşağında duyduğum
kömür kokusundan anlardım. Özel merakım ve işim sebebiyle dünyanın neresine gittiysem "Onlarda ne var, bizde ne var?" karşılaştırmasını yapar ve gördüğüm iyi şeyleri "Bizimkiler neden örnek almazlar" diye düşünürdüm.
HEYECANLANDIRAN HABER
Pazar günü ikindi vakti, Ankara'nın otobüs terminali AŞTİ'ye indiğimde ilk gözüme çarpan temizlik ve bütün iç yollarda görme engelliler için boydan boya döşenmiş oluklu yürüme (sarı iz) yolları oldu. Bu konudaki hassasiyetimi okuyucularım, İzmir'de engellilere yeterince önem verilmediğini vurgulayan yazılarımdan hatırlayacaklardır. Ankara'ya gelişimin sonraki günü gazetelerin Ankara eklerinde "Türkiye'nin dört bir yanındaki görme engelli vatandaşlara Ankara Büyükşehir Belediyesi,
eğitim amaçlı Pearl Kameralı Okuma Sistemini Topaz Masaüstü Video Büyütücü Merkezi ile hizmet sundu" haberi, engelliler kadar "Bir gün biz de engelli olabiliriz" düşüncesinde olan beni de heyecanlandırdı. Gidiş-dönüş üçer şeritli yolda ilerlerken, iş makinelerinin geniş orta refüjü kazdığını gören oğlum "Herhalde alt geçit yapacaklar. Alt geçitleri sevmiyorum" demişti. Gazetelerde okudum ki, Büyükşehir Belediyesi
üç şeridi yetersiz bulmuş, çok geniş olan orta refüjü daraltarak şeritleri dörde çıkarıyormuş. Kuşkusuz şeritleri artırma, alternatif güzergah oluşturabilme, sürücüler için yol güvenliği ve zaman kazandırıcı olmaktadır. İzmir'i Karşıyaka'ya bağlayan Altınyol'da trafik kazası ile yolun tıkandığını düşünün, binlerce sürücünün yolun açılmasını beklemekten başka yapacağı hiçbir şey yok.
GÜZELLİĞİ BOZMAMAK GEREKİR
Sıhhiye Meydanı'ndan Kuğulu Park'a kadar uzanan Atatürk Bulvarı'nda gezinti yapmaya doyulamazdı. Yoğun trafiği rahatlatmak için yapılan alt ve üst geçitler trafiği rahatlatmanın aksine, bulvarın güzelliğini de ortadan kaldırdı. İzmir'de yoğunlaşan trafiği rahatlatmak için alt-üst geçitlerin dışında çözüm üreterek güzelliği bozmamak gerekir. Akşam yemeğinden sonra oğlum ve gelinimle televizyonda haberleri izlerken İzmir'in kırsal kesimindeki hanımların şevketibostan ve öteki yeşilleri toplayıp, nasıl pişirildiğini açıkladıklarında, gelinim
Handan "Baba, İzmir'e bayılıyorum Sağlıklı beslenmede doğal hayatın önemli yeri var" deyince, eski günlee döndüm. Henüz İzmir'e evimi taşımadığım yıllarda, Bornova'daki kampüste bir öğle arasında sekreterimin "Hocam, ben
bahçeye otlamaya çıkıyorum" sözüne ne cevap vereceğimi şaşırdığımı hatırladım. Bir süre sonra geri döndüğünde elindeki torbalardan birini elime tutuşturup "Hocam,
et yeme ot ye. Bunu Ankara'ya götürün, yersiniz" sözünü geri çeviremedim. Ankara'ya dönünce de bu otlarla ne yapılacağını bir türlü çözememiştik.
İZMİR'DE ÇİĞDEM, NASIL OLUR!
Hele, yaz ortasında komşularımızın "Çiğdem yedik" demelerine bir türlü aklım yatmamıştı. Ankara' da yaşamış olan bir kimsenin bildiği çiğdem, ilkbahar başlangıcında karların arasından baş veren bir çiçekti. Bazıları o çiçeğe kardelen de demekteler. "Kar olmayan yerde çiğdem nasıl olur?" sorumuza bir sabah pencerelerin altında birikmiş olan
ay çekirdeği kabuklarını görünce cevap bulabilmiştik. Bana "Ankara mı, yoksa İzmir mi güzel?" diye sorarlar. Cevabım "Güzelliklerini görebildikten sonra her yerin kendine özgü bir güzelliği vardır" derim. Son olarak şunu da söylemeliyim:Geceleri Ankara İzmir'den çok daha aydınlık; ışıl ışıl, pırıl pırıl.