Havaların ısınmasıyla beraber haftasonu kaçamakları da yavaş yavaş başladığı için, son zamanlarda vizyonun biraz gerisinde kalmıştım açıkçası...
Bu nedenle, eksikleri telafi etmek için dün akşam sinemaya kapandım ve geçen haftanın yenilerinden iki filmi art arda izledim...
Sizler için!
***
İlk filmim,
"Eternal Sunshine of the Spotless Mind/ Sil Baştan" ile sevdiğimiz yönetmen
Michel Gondry'nin, efsane yazar
Boris Vian'ın aynı adlı romanından uyarladığı
"L'ecume des Jours/ Günlerin Köpüğü" oldu. Ne yazık ki Vian'ın eserlerinden aldığım tatmini filmde aynı derinlikte yakalayabildiğimi söylemem güç... Yönetmen, kendini
biçem denemelerine çok fazla kaptırdığı için senaryo, karakterler ve duygu geri plana düşmüştü sanki. Filmden aklımda kalan sadece bazı
çok iyi fotoğraflar oldu... Ve tabii bir de, artık neredeyse her üç Fransız filminden ikisinde dönüşümlü olarak karşımıza çıkan, dönemin en popüler oyuncuları
Romain Duris, Audret Tautou ve
Gad Elmaleh.
Deneysel bir çalışma izlemek ve yönetmeni takip etmek adına
sinefillerin mutlaka görmesi lazım.
Ancak sinemaya sosyal aktivite ya da eğlence çerçevesinde yaklaşan izleyici için zorlayıcı olacağını düşünüyorum.
***
Gelelim dünkü ikinci filmime...
Sinemasında konu - tarz çeşitliliğine alıştığımız ama özellikle
"Missisipi Masala", "Monsoon Wedding/ Muson Düğünü" gibi işleriyle kalbimizi kazanmış Hintli yönetmen
Mira Nair'in, Paki yazar
Mohsin Hamid'in çok satan romanından uyarladığı
"The Reluctant Fundamentalist/ Zoraki Radikal"de, nihayet istediğim sinema heyecanını yakaladım!
İki yıl önce festival filmi
"Trishna"nın kötü adamı olarak tanıdığım
Riz Ahmed,
"Zoraki Radikal"de üniversite okumak için ABD'ye göç eden ancak 11 Eylül saldırıları sonrası gördüğü haksız suçlamalar yüzünden ülkesine dönen idealist genç adam olarak çıkıyor karşımıza.
Öyle
bıçak sırtı bir konu ki, şimdi siz bu satırları okurken "standart Amerikancı" ya da "anti Amerikan" bir filmden bahsettiğimiz konusunda siyah/beyaz fikirlere çoktan kapılmaya başlamış olabilirsiniz...
Ancak durum burada gerçekten farklı,
gerçekten gri! Filmin başarısı da zaten Nair'in konuyu bugüne dek hiçbir benzer örnekte rastlamadığımız
tarafsızlıkla/ iki taraftan da dengeli - adil bakış açısıyla ele alabilmiş olma maharetinde yatıyor.
Filmde tek bir boş an yok...
Her diyalog, her adım,
Doğu ile Batı'nın karşılıklı söz ve ifade hakkına zemin oluşturmuş. İçerikte düşündürücü, sinema dilinde etkileyici ve tempolu bu filmi mutlaka tavsiye ediyorum! Sonlara doğru sürpriz yapan
İstanbul sahneleri ve
Haluk Bilginer de, seyrinize ayrı bir hoşluk katacak.