Geçenlerde
Ayvalık için yazdığım yazıda, "Bütün dünyanın tanıdığı
Fransa'nın ünlü kasabası
Saint- Tropez'i meşhur eden orada çevrilen kaliteli bir filmdir.
1950'lerde,
Brigitte Bardot sayesinde
Saint-Tropez uluslararası üne sahip oldu. Hala adı herkesin ağzında dolaşan
"Ve Tanrı Kadını Yarattı" filmi burada,
Saint- Tropez'de çekildi. Neden aynı başarıyı
Ayvalık göstermesin? İşte ünlü
Russell Crowe,
Ayvalık'a bir kaç yüz kilometre uzakta film çekiyor. Vizyon sahibi bir başkan, gider ve
"Gladiator",
"Akıl Oyunları" ve
"Robin Hood" gibi filmleriyle tanınan
Avustralyalı dünyaca ünlü aktör
Russell Crowe'u
Ayvalık'a davet eder. Hem yönetmen, hem oyuncu olarak ün yapan
Russell Crowe'un
Ayvalık'ta çevireceği bir film
Ayvalık'ın
"dünya markası" olması yolunda ilk adım olur" demiştim.
"Vizyon sahibi olmanın şart olduğunu" da eklemiştim. İşte o vizyonu,
TÜGİAD Ege Şube Başkanı
Musa Turan'da gördüğüm için kendisini buradan kutluyorum.
Musa Turan, İzmir'in gelişmesi için her şeyi yapacaklarını söylüyor ve
"ABD'ye gidip ünlü yazar Dan Brown'la görüşeceğiz. İzmir'le ilgili kitap yazmasını isteyeceğiz. İspanya 'Cehennem' ile bunu başardı" diyor. İşte vizyonun önemi burada ortaya çıkıyor. Zamanında vizyonsuz insanlar tarafından yönetilmenin acılarını hala çekiyoruz. Aklıma
Bernard Lewis'ın ünlü
"What went wrong?" (Ne yanlış gitti?) isimli bir kitabı geliyor. Bu kitapta bir çok konuda
"zamanında hangi yanlışlıkların yapıldığını" anlatılıyor.
"Tarih tekerrürden ibarettir" sözünü doğrulayan kitapta,
Bernard Lewis, Osmanlı İmparatorluğu'nun gerilemesine ve batmasına yol açan nedenleri şöyle sıralıyor:
Batılı tacirler Müslüman topraklarının tümünde serbestçe dolaşır, mal satarlardı. Ama müslümanlara
Avrupa'da serbest dolaşım hakkı verilmemişti. Batılılar müslümanların ülkelerine serbestçe girip, ticaret yapmasını hiçbir zaman istemediler. Örneğin,
Türk tacirlerin Venedik'te bir depo kurup, bir han açmak istemeleri
Venedik'te bir devlet sorunu haline gelmişti. Oysa,
Venedik'te
Osmanlılar geniş çapta ticaret yapıyorlar ve
Venedikli tacirler İstanbul'da ve diğer
Türk şehirlerinde cirit atıyorlardı.
Protestanlara ve
Yahudilere çeşitli olanaklar tanınırken, aynı olanakların
Türklere tanınmaması, tamamen
Türklerin askeri gücünden hala korkulmasıydı. Kapitülasyon denilen şey de, zaten
Fransızların ve sonra diğer yabancı tacirlerin
Osmanlı ülkesinde serbestçe ticaret yapmaları, ama
Osmanlı tacirlerine yabancı ülkelerde aynı hakların tanınmaması esasına dayanıyordu.
Türklerin Avrupa ülkelerine elçi ve siyasi misyon göndermeleri bile bir meseleydi. Türksiyasi misyonların ülkelere girişi, çıkışı ve güzergahı denetlenir; geçişler önceden alınacak izinlerle yapılabilirdi. Oysa, batılılar
Osmanlı'nın her yerine serbestçe girerler ve bilgi toplarlardı
. "Yardım etme", "bilgi verme", "danışmanlık yapma" adı altında yabancılar
Osmanlılarla ilgili her çeşit bilgiyi birinci kaynaktan alır ve kendi ülkesine aktarırlardı. Bu sayede yabancıların
Osmanlı Devleti hakkında bilgileri kendi vatandaşlarından fazlaydı.
Düyun- u Umumiye ile de
Osmanlının vergi toplama işi tamamen yabancılar tarafından yapılır olmuştu. Şimdiki durum da aşağı yukarı aynı:
Gümrük Birliği'ne girdik; ama batılı tacirlerin malları bizde serbestçe ve gümrüksüz olarak satılırken, bizim mallarımızın satışı çeşitli engellemelerle karşılaşıyor. Malı satacak olan iş adamıdır. Batılı tacirler ülkemize vizesiz ve hiçbir kısıtlamaya tabi olmaksızın girerlerken, bizim tacirlerimiz, günlerce vize kuyruğunda beklemek zorundalar.
Batılılar ülkemizde istedikleri işi kurarlar, istedikleri iş yerinde serbestçe çalışırlarken, Türklerin Avrupa'da serbestçe dolaşım ve çalışma hakları hala yok. Hala, batılılar bizim hakkımızda bizden çok şey biliyorlar. Bizden saklanan veriler batılılar tarafından aksatılmadan edinilebiliyor. Görüldüğü gibi geçmişimizde de, bugünümüzde de hep
"aynı saflığı" gösteriyor,
"batılı" dediğimiz bu adamlardan hep aynı
"kazığı" yiyoruz. Onun için hiç olmazsa bu yerel seçimlerde
"vizyon sahibi" adayları seçelim.