Kızla erkek aynı mahalle çocuğuydu. Kız, mahalle dışına çıkmak istemedi.
Ortadan sonra daktilo kursuna gitti, dil kursuna yazıldı, muhasebe, steno... Her hünerden yüz gram koydu çıkınına. Halk eğitimde dikişe yazıldı.
Devir hangisini gerektirdiyse, o konuda çalıştı. Hangi parti geldiyse ona göre, ya işsizdi yahut sırtı sağlam.
Küçük maaşıyla yetindi, tatil günleri sineması vardı, yerli yabancı bütün filmlere tiryakiydi. Yıllık izninde İnciraltı'nın
tahta villalar mahallesinde bir tahta kulübecik kiraladı ana babasıyla, oturdu püfür püfür. Ara sıra, o, hani
kalbini ilk hop ettiren erkeği düşündü, denize, yahut mehtaba bakıp bakıp... "Kalbin ettiğine kulak vermesi de derman ister" diye geçirdi aklından. Hadi kalpte bir tel
tınn etti, yahut koptu, ne yapacaksın!
Ne malum şarkının hitama ereceği, efenim! İş yerindeki patronlar, okuldaki ev idaresi hocası, hep böyle söylemez mi, tek kaşını kaldırarak! Hadi koptu o tel, ne olacak şarkınız, efenim!
İyisi mi çalgıyı alma hiç eline...
Kızı
gönülden yana zorla tembel ettiler...Çalışan kız olduğundan, ara sıra isteyeni olmadı değil, ne çare "kalın camlı gözlükleri var diye" evde kaldı.
ŞEHRE SIĞINDI
Erkek parasız yatılı okuyordu, hafta sonları eve geldiğinde top yahut kağıt oynar, kitap alır verirlerdi. Boy sürünce, bu iş gönül almaya dönüştü.
Mahçup, kibar, usul delikanlıydı, ama gülmesini bilirdi, şıngır mıngırdı gülüşü,
gülüşüyle gel ederdi. Bir aralık devrime yazıldı, Beyler Sokağı'ndaki teksircide çoğalttığı bildirileri daha dağıtamadan, tomarıyla yakalandı. "Okuldan tard edilmiş" dediler... Ailesi okutamadı tek maaşla, hayat tek maaşlıya kolay değil.
Özgürlük de para ister, sevdalık da, dünyaya kafa tutması da... Bunlar pahalı olup biten işler... N'apsın, kalktı Istanbul'a gitti o da, şehre sığındı. Ya büyük lokma ye, demişler, ya soğan başı da olsan, büyük baş ol, ya büyük olana sığın. İlk ikisine gönül eğdirmeyip, şehr-i Istanbul'a sığınmayı yeğledi erkek.
Sığınırken yanına kendi şehrini de almış,
diyenin yalancısıyız, belki şehir onun ardısıra gitmiştir.
"Uçun kuşlar uçun, İzmir'e doğru" türküsünü pek sever, usuldan söylerdi zaten. Cigarasını avucu içine saklayıp içerken, mahallede kapılarının önünde, usuldan, kalınca sesiyle terennüm edermiş, öyle söyler komşuları.
Liseyi sonradan bitirmiş, kaydını oralara aldırıp. Hukuğa yazılmış, "Büyük mektepte okuması da
ferah insanın işi anacım" dedi mahallenin ebe karıları, kolay mı!..
KADER KATİPLERİ
Hayat bu be...Kimin çıkınına ne koyduğu belli mi olur! Birine taşıyamayacağı kadar hayal biriktirir, koluna takar, kiminin elindeki hüneri çeker alır, kiminin
kalbinde yeşeren gelinciği koparır, kader katiplerinin işine akıl sır ermez...
Evveli ahiri ne yapacaksın!
Her hikaye anhası minhasıyla anlatılmaz. Kimisi sırlıdır hikaye dediğinin, kendini kolayına ele vermez. Hem, sevdayı kim anlatabilmiş biz anlatalım! Sevda dediğin
kendi bile kendini bilmez, söyleyemez, usanır da hitamına erdiremez.
YETMEZ Mİ!
"Her işin başı" diye türkü yakıldığına kulak asmayın, sonudur her işin, çoğu zaman.
Daladikene benzer azıcık, değil mi! Uzaktan sallasan dalını, ürpertir, tenine değerse azdırır, afbuyur... Ama neylersin ölümün çaresi otlardan biri de budur. Demek ki
ölümün çaresi, gene ölüm... Kırk yıl falan geçtiydi bu işin üstünden, bir ahbaplarının düğününde nasıl olduysa, ikisi birden gelsin mi!..
Gelip de yakın makın dursun mu!.. Salonun bi ucunda kız, öbür ucunda erkek... Eh, elbet ucun ucun herkes birbirine sokulacak, dokunacak... Yaşları olmuş altmış, ikisinin de elleri boş fekat, ne yüzük, ne yürekte yük...
Gönül faslını bilemem, onu kendilerinin bildiğini de sanmam. Zaten bu gönül faslı, yani gönül sayfasına yazması, buz üstüne, su üstüne yazmasıyla eş. Hangi kalem, hangi kelam, kim ne bilsin, hem niye bilsin! Yazılsın, söylensin, terennüm edilsin, şarkı olup gönüllere insin, yetmez mi!
Eh, evet, yakın durması da gerek, uzaktan gölgelerini mi tanıdılar, seslerini mi duydular,
kuşlar mı fısıldadı kulaklarına bilinmez.
Kız balık eti olmuş, saçlarına kır düşmüş. Evet, kaşları gene güzel, ne çare, yüz vazgeçip aşağı inmiş. Gülen yüzü, çizgiler yüzünden biraz kederlenmiş.
Gözleri ışıl ışıl gene ya, umudu tükenmiş mi ne, pek dümdüz bakar olmuş.
Elleri kocamış hayli, parmakları kısalmış, damarlanmış. Gözlük camları şişe dibi gibi...
Erkeğin tepesi açılmış, sırtı bükülmüş sanki. Gözlük takmış, bak bunda eşitlenmişler.
Cin fikir bakınıyor çevresine, belli içi kıpır kıpır, ama yorgun, yorulmuş ah evladım. Mahalleden çıkıp giden delikanlı nerde, nerde bu hayatın budayıp indirdiği!
Erkek, kızın adını söyledi.
Kız, erkeğin adını söyledi.
İkisi de içinden aynı şeyi geçirdi, "Nasıl da değişmiş, hay Allah..."
Kalplerindeki kuş pırrr edip uçtu mu, bilinmez? İçlerinde şarkılar bitti mi, onu da kimsecikler bilemez?
Allah herkesi
kalbi kuşsuz, dili şarkısız kalmaktan esirgesin...