Geçen cumartesi günü Cunda Adası'nda "Giritli Mübadiller Paneli" vardı. Ben saatini yanlış hatırladığım için ünlü Taş Kahve'deki panele geç gittim.
Taş Kahve'ye yaklaştığımda gördüm ki, paneli izlemek için kahveye girmek mümkün değil. Önündeki bütün masalar ve sandalyeler tamamen dolmuş durumda.
Alibey (Cunda) Adası Kalkındırma ve Koruma Derneği'nin düzenlediği panele gösterilen bu ilgi hoşuma gitti. Başkanlığını Hüseyin Engin'in yaptığı dernek, çok önemli bir görevi üstleniyor ve birbirleriyle akraba olan ama birbirlerini tanımayan insanları bir araya getiriyor. Bununla ilgili Papiro İbrahim Akyıl'ın anlattığı, o anlatırken de benim gözlerimin dolmasına neden olan bir gerçek "kavuşmayı" önümüzdeki günlerde yazacağım.
Panel konusunu ileride yazacağım dedim, bu gün asıl konumuza, yani "balık katliamına" gelelim. "Panele geç kaldım" demiştim ya, öyle bakınıp dururken yanıma Küçükköy Belediyesi Hukuk Müşaviri Günay Benli geldi. "Sen balığa meraklısın işte bu adam da Hasan Tosya" diyerek, önündeki paraketa sepetine yemli iğneleri dizen bir arkadaşı gösterdi. Tabii konu hemen balıktan açıldı. Hasan Tosya, "Siz yazıp çiziyorsunuz ama kimsenin dikkate aldığı yok. Denizlerimizde balık kalmadı. Kimsenin de kılı kıpırdamıyor" dedi. Sonra da gırgırların nasıl tonlarca balığı çevirip yine boyu yasal avlanmanın altında kalan bu balıkları denize döktüklerini falan anlattı.
ELLERİMİZ BOŞ DÖNDÜK
Hasan Tosya, gerçekten "çok duyarlı" ve kurallara kesinlikle uyulmasını isteyen bir kişi. "Siz mercanların ve karagözlerin 20 santimden küçük olanlarını denize salıyorsunuz. Siz salıyorsunuz ama gırgırlar, troller, şebekeler büyük küçük demeden katliam yapıyor" diye de ekledi. Ertesi gün balığa çıktık. Hava biraz sertti ama yine bütün meraları dolaştık ve yine elleri boş döndük.
Av yasağı kalkana kadar en az 20-25 tane tuttuğumuz uskumrulardan eser yoktu. Büyük balıkçı tekneleri denizde uskumru bırakmadığı gibi, yaktıkları yüksek voltajlı ışıklarla balıkların Körfez'e girmesini de önlemişlerdi.
Balıkçılığımızın en önemli sorunu yasa dışı balık avcılığı.
Sadece gırgırları trolleri suçlamayalım. Şebeke çekerek kaçak balık avcılığı yapan tekneler, küçük olmalarına karşın yüksek motor gücü ile peşlerindeki balık ağları ile "avlanılması yasak" bölgelerde cirit atıyorlar. "Balık yatağı" dediğimiz, balıkların ürediği bu yöreleri talan ederek, geleceğimizi kurutuyorlar.
Balıkçı tezgahlarında bulunan minicik balık yavruları için, sadece Ayvalıklı balıkçıların günahını da almayalım.
Ayvalık dışından da, hatta daha çoğu Ayvalık dışından, çok ucuz fiyatlarla Ayvalık'a getirilip satılan balıklar bunlar.
Su ürünleri kontrolün sık sık denetimlere çıktığını gözlerimizle görüyoruz ama "para o kadar tatlı" ki, cezayı yiyen ertesi gün yine aynı suçu bile bile işliyor. Sahil Güvenlik de bu konuda çok hassas. Fakat, trollerin gırgırların denizden çekip aldığı "kayıt dışı" tabir edilen balıklar, kilosu 50 kuruşa, 1 liraya toptan alınarak, ayıklanıp temizlikten sonra tezgahlara çıkarılıyor ve satışa sunuluyor ve de maalesef önlenemiyor..
35 MİLYONUN EKMEK KAPISI
Türkiye'nin nüfusu her geçen yıl artıyor. Nüfusun artması demek, halkın protein ihtiyacının artması demek. Protein bakımından çok zengin, en sağlıklı gıdalardan biri olan balık neslini kurutursak geleceğimize ağır bir darbe vurmuş oluruz.
Denizlerimizi yasak avcılıkla tüketir, balık yuvalarını dağıtırsak, belki günü kurtarırız ama geleceğimizi yiyip bitiririz.
Bırakın torunlarımızı, bizim çocuklarımız, yiyecek balık bulamazlar..
Bütün dünyada uzmanlar, balığın kalkınmakta olan ülkelerde yaşayan insanların protein bakımından tek "beslenme kaynağı" olduğunu vurguluyor. Bu uzmanlara göre, dünyada 35 milyon insan balıkçılıktan geçiniyor. 170 milyon kişinin işi de doğrudan balıkçılığa bağlı.
Böyle önemli bir sektörü ayakta tutabilmek için Japonlar, yıllardır deniz kıyısındaki kuluçhanelerde yavru balık üretip denize bırakıyor. Biz üretip denize bırakmaktan vaz geçtik, balıkların üreme alanlarını rahat bırakmıyor, onların yaşamasına olanak tanımıyoruz.