Postacı Rüstem babasına özenip postacı oldu. Okul tatil olunca babasıyla sokakları dolaşır, onun
omuzunu düşüren ağır çantasını taşırdı. Babası Şükrü bey asker mektubu, görülmüştür damgalı mapus mektubu, ucu yanık yahut
kırmızı boyalı dudakla öpülmüş zarflı mektup taşır, kızlara imzalı artist/aktör resmi getirirdi. Rüstem'in gününde babasından bildiği mektuplar değil, kredi kartı ekstreleri, yeni kartlar, icra, haciz bildirimleriyle reklam ve e-alışveriş katalogları geliyordu.
Mektup yürürlükten kalkmıştı, sarı kamyonetle dağıtıma çıkan APS, telgraf tarihe karışmıştı.
KURDELEYLE PAKETLENİP
Babası "Bak postacı geliyor" devrinin dağıtıcısıydı, post restrant denen, postanede teslim edilen saklı gönderilerin, postanedeki posta kutularının da öyle... Onun zamanında, sevgili mektuplarının
kokulu zarfları içinde, kurdelayla paketlenip ebedi saklanırdı. Şimdi sır mektuplar
aşikare geliyordu, ekran üstünden, harcama dökümleriyle borçlar, hacizlerse, saklı gizli. Şükrü bey gençleri korur, aşk mektuplarını gizli saklı verirdi, babalara zinhar... Okuma yazması olmayan yaşlılar için ayaküstü mektup çırpıştırır, kendi postaya verirdi. Şimdiki mektuplara ne kağıt gerekiyordu, ne kalem, ne zarf, ne pul... Rüstem kendi bile internet kahvesinde gençlere rica edip, kimi işlerini zarfsız pulsuz hallettiriyordu.
Dünya değişik bir dünya olmuştu. Dağıtıcılar artık bisikletliydi, omuzları düşmüyordu. Ne çare, ortalıkta ne saklanacak sır kalmıştı, ne mahalle araları bildik mahalle arasıydı, ne aşk vardı, ne meşk, ne özleyiş... Hasret bile, bu yeni zamanlarda naylondandı. "E,
aşk naylondan olursa, hasret de öyle olur elbet", dedi durdu Rüstem bey. Emekli oldu, oğlunun kanadı altına girdi Şükrü bey gelin safası sürdü. O, yıllık izninde bile, sırtında çantası olmadan mahallelerini gezen Şükrü bey...
HEPSİ GİTTİ BİR BİR
"Ne vardı bugün, mektup var mıydı mektup?" diye sorgulardı her akşam, oğlunu. "Yok be baba, ne mektubu?" derdi her seferinde, "O bir tomarı mektuptan sayma, hep fatura, ekstre, reklam meklam işte..." "Artık kimseye film yıldızlarından imzalı resim falan gelmiyor değil mi?" "Yok, gelmiyor baba" derken, durdu, gülümsedi, "Ama, bugün iki tuhaf şey götürdüm, birini Selma'nıma, o da reklam şeysiydi sanırım, ama, zarf yırtılmıştı, ucundan ipi sarkan, hani burnumuz tıkanınca kokladığımız, parmak gibi bi tüp vardı ya, onun gibi, ama, pamuktan bişey. Bir de enjektöre benzer bi alet. Neyse naylonu yırtılmamış, ben de ne yapayım, kapısına astım... Huysuktum da biliyor musun, ev müstakil ev, biri gelir görürse, ya ilaçsa falansa, diye... Bi de tapudan emekli Nazmi amcaya
gergedan boynuzu tozu geldi, internet alışverişiydi ikisi de." "N'apacakmış gergedan boynuzu tozunu, Nazmi efendi?" "Belki şekerine iyi geliyordur." "Aşk gitti, mektuplar gitti, artiz resimleri gitti,
bak yerine gelenlere..."