Evimizde hane halkıyla beraber, uzun seneler
ömr-ü saltanat sürdüm. Bende'niz Kaydurba,
sedir ağacından yapıldım. Aynam kristal kesme, hudutları beyzi. Çekmelerim geniş sayılmaz, vakıa derin, simsiyah demir kulpları da beyzi. Üstümde gri damarlı tozpembe mermer, tek parça, köşeleri yuvarlatılmış. Sahibemin kadifeden, fes rengi nikah eldiveni, ki bilekliği
fırdolayı tavşan kürkü, tekini kaybedince kalan tekiyle mermerimi silmeyi itiyad edindi. Her toz alma sonrası silkeler, kesesine kor, arkadaki kancaya asardı. Onlar gidiyorken, evimizin müştemilatına kaldırıldım. Hizmetkarlarımızın yatıp kalktığı müştemilata. Üstümden epey seneler ve aks-i sadalar aktı geçti, karoço tıkırtıları, atların nal sesleri, bando mızıka, tüfenk sesleri, Belkahve'de
Sarı Paşa'nın hücum emri, arada "Yeter, söz milletin" diye bağıran nümayişçilerin,
Demirkıratçıların sesleri. Sonra tank sesi, top sesi, "Faşizme geçit yok" diye bağıranı mı istersiniz, efenime söyliym, "Tek yol devrim!" diye sokakları inim inim inleteni mi... O vakit sorduydum, yanımdaki
çekice "Bunun manası nedir beyefendi?" diye. Dedi ki, "Benim yanıma orak koyulunca olandır", anladımsa köroliym. Son işittiğim "Yoldaş, anamızı bellediler" haykırışıydı,
hicap duyarak arzediyorum, fekat, çözmüş değilim manasını.
HER ŞEY MUHTAÇ ŞEFKATE
Altıma muşamba serildiğinden yerin nemini çekmedim, üstümde eski karyola örtüsü, zamanın tozun zulmünden, o da miktar-ı kafide korudu. Örümcek ağları tıpışlandığımı hissettirdi, insan bu duyguya mecburdur. Taşın da, altunun da kaydurbanın da şefkate siz insanlar kadar ihtiyacı var, inanın... Aşk öyle bir hadise ki a komşular,
içinde kıskanmak kadar, elem de var, keder de, fekat şefkat ve tıpış ziyadesiyle var. Bana sorarsanız, aşk beni yıllardan koruyan örümcek ağı gibi, bir var, bir yok... Geldiler, yatak örtüsünü sıyırdılar. Beni görünce gözleri parladı. Pazarlık mazarlık, her neyise efem, iki taşıyıcı usulca kaldırdı, usulca kondurdu. Ardımsıra incileri kopmuş, sateni çürümüş limon sarısı kapitone yatak örtüsü yerde, atıldığı yerde acı ve acz içinde kalakaldı, "Nereye?" dedi, "Bizsiz!.." Ustalar toparladı, ahşabıma Domarikayla el cilası atıldı, kadifeyle oğup, şıkır şıkır ettiler.
HUZUR İÇİNDE TEŞERRÜF ETTİK
"Yum gözlerini, aç demeden açma sakın" dediler sanki. Kendimi antikacıda buldum. "Ne hoş ev burası. Fransız konsolosluğu olmasın sakın" dedim. Çıt çıkmadı, herkes ve her şey derin bir sükut içinde. Mağaza sahibi beyfendi geldi, antika eşyaların temaşa edilip el değiştirdiği bu yerde, huzur içinde, teşerrüf ettik. Aynadaki tüye üfledi, sildikleri bezin tozu olsa gerek. Artık aynayı güderi yahut kadifeyle silmiyor olmalılar. Kendisi beni şefkat ve haddi aşan bir takdirle, gözleriyle okşarken, az ilerdeki endam aynasında içimdeki diğer aksi seçtim.
Ah Eleni, sahibem, güzel yüzünüzü görmeyeli hanidir. Nereden çıktınız Allahaşkına siz? Gülümsüyorsunuz. Uzun, siyah, çağlayan saçlar iki örgü yapılıp başınızın üstüne taç misali dolanmış, yüzünüzle gerdanınızdaki benler
çapkın ve davetkar. Niyçün konuşmuyorsunuz Eleni hanımım? Ben sizin gelin odanızın en nadide parçası değil miyim! İnsan ayrılığın, hasretin ardından da iki çift söz etmeli birbirine. Ayrılık harp değil... Vakıa
zor hadise, can dayanır iş değil ayrılık denen,
ölümle aynı karata ve fekat gene de nezaketle yaşanmalı... Sesim duyulmuyor, hislerim kalb-i derunumda... Nerden görsün antikacı beyfendi o aksi!
Mazinin gölgesi de aksi de o kaderin ortağı her kimse, ona ayan olur. Bende'niz karşı komşum endam aynasının içinde ikisini de görebiliyorum. Eleni hanımım muzipçe gülümsüyor, elindeki karanfille dokunuyor, o görmüyor elbet. Hep böyleydi hanımım. Üstünde telkırma gelinliği. Dönerek dansediyor, elmas küpeleri, gümüş bilezikleri ışıl ışıl. Yıllar iç içe geçiyor, ben bütün sesleri işitiyorum, kalbimden
pırrr diye bir serçe sürüsü havalanıyor, kemanlar nağmeyi giriyor, maestro çıbığını indiriyor, sükut... Bundan sonrası derin,
gümbür gümbür bir sükut.
GÖRÜNTÜSÜ DERUNUMDA SAKLI
Neyse ki üstüme bahamı gösteren etiket koymadılar... Bilabedel manasına değil,
bedel biçilemez makamındayım... Maziye baha mı biçilir, hele Eleni'ye! Keman sesine, kaydurbaya!.. Bir daha görünmedi, görüntüsü derunumda saklı... Bu yeni zamanlarda ne İzmir, ne keman
nağ