Geçen haftaki yazımı "Eteğimdeki taşın kalanını da haftaya dökerim" diye bitirmiştim. O yazım üzerine arayanlar "Dilinin altındaki baklayı çıkarmanı merakla bekliyoruz" dediler.
İznin verirseniz önce
Aşık Veysel'in bir dörtlüğü ile başlayacağım: Hedef alıp dövüştüğün kardaşın/Seni yaralıyor attığın taşın/Topluma zararlı yersiz savaşın/ Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız.
Beni de yaralayan, Büyükşehir Belediye Başkan adayı Sayın
Aziz Kocaoğlu'nun rakibi Sayın
Binali Yıldırım için "Dışarıdan geldi" sözleridir. Bu sözün ardından 20 gün kadar geçtiği halde "Maksadını aşan bir ifadem oldu" biçiminde bir düzeltme de gelmediği için, bu sözü "köklü bir varsayım" olarak algıladım. Demek ki, dışarıdan gelenler, bazılarına göre, geldikleri yer için saçlarını süpürge etmelerine bakılmaksızın "ikinci sınıf vatandaş" sayılmaktadır.
Türkiye'nin Ekonomik ve Toplumsal Yapısı isimli kitabımda 1927 yılında yapılan Türkiye Cumhuriyeti'nin
ilk nüfus sayımı için "Kentlerde yaşayanlar genel nüfusun yüzde 15'i" diye yazmışım. Ama son nüfus sayımında da (2010) kentlerde yaşayan nüfus yüzde 85 dolaylarında. Bunun anlamı, dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de kırsal kesimden ve bazı illerimizden kentlere ve büyük illerimize sürekli bir nüfus akımı olduğudur. Yani, yukarıda yer verdiğim ve çok yadırgadığım zihniyete göre ikinci sınıf, yani dışarıdan gelenlerin sayısı hızla artmış.
SÖZDE Mİ, ÖZDE Mİ?
Burada size 1974 yılında İzmir'e taşındığım ilk günlerle ilgili bir anımı anlatacağım:
Eşime nerede oturmak istediğini sorduğumda "Deniz kıyısında bir yer olmadıktan sonra, İzmir'e geldiğimden ne anlarım" sözü üzerine, Asansör'de deniz kıyısındaki bir apartmanın 6. katındaki dairesini kiraladık.
Daha ilk günlerde,
sabah kahvaltısının son çayını balkonda denize karşı içiyorduk.
Bir anda, yandaki apartmanın kapıcısı apartmanın çöp tenekesini denize boşaltıverdi.
Portakal kabukları, pırasa yaprakları vb. suyun yüzünde akıntıya da uyarak Konak yönüne doğru yüzmeye başladı.
Hemen dönemin Belediye Başkanı
Alyanak'ı (merhum) telefonda arayarak durumu anlattım. Yarım saat sonra gelen zabıta 50 metre kadar ilerlemiş çöplere bakıp "Çöplerin yan apartmandan döküldüğü ne malum?" diyerek geri döndü. Tekrar Başkan Alyanak'ı arayarak durumu anlattığımda bana "Bu kez zabıtayı çok çabuk göndereceğim" dedi. Birkaç gün sonra yine çöp dökmesinin hemen arkasından da zabıta gelip yandaki apartmana ceza yazmıştı.
Ne var ki, apartmanımızın kapıcısı aracılığı ile bize iletilen mesaj "Madem ki şikayet ettiniz, bundan sonra her gün bütün çöplerimizi denize dökeceğiz" oldu.
Şimdi, Sayın Kocaoğlu'na sormak isterim "İzmir'e dışarıdan geleli 2-3 gün olup denizin kirletilmemesi için çırpınan ben mi, yoksa
bana inat için her gün çöplerini denize dökecek olan
doğma-büyüme bu kimse mi İzmirli?" Son zamanlarda sıklıkla tekrarlanan bir sözde olduğu gibi, özde mi, yoksa sözde mi İzmirli olmak önemlidir?
Sayın Kocaoğlu'nun rakibi ve" dışarıdan geldi "sözü ile küçümsemeye çalıştığı Büyükşehir Belediye Başkanı adayı Sayın Binali Yıldırım'ın İzmir için yaptığı yatırımları sayıp dökmek bana düşmez. Düşse bile gazetemin bana ayırdığı bu köşe bu yatırımları listelemeye yetmez. Üstelik bu listede kaldırım bozma, kaldırım yenileme, çöp toplama gibi sadece İzmir'in gözde semtleri ile sınırlı kalan yüzeysel olanları da göremezsiniz.
Hz. Mevlana, Sayın Binali Yıldırım'ın İzmir'e kazandırdığı bu devasa hizmetleri görmezden gelip, ona "dışarıdan gelmiş" sözünü uygun bulunduğunu duymuş olsaydı "Gözlerini kamaştıran renkli camları kır da öyle bir bak ki, gözüne çarpan şeyin ne olduğunu anlayabilesin" buyururdu.
Köşemde siyaset yazmıyorum. İzmir'in sosyal yapısı ile ilgili konuları ele almayı uygun bulmuştum. Ne var ki dışarıdan gelmiş ve 40 yıldır gücü yettiğince İzmir'e katkıda bulunan bir kimse olarak "dışarıdan geldi" sözü beni ve İzmir'de yaşayan milyonlarca dışarıdan gelmişi çok kırdı. "Kem söz sahibine aittir" diyerek, aklımız ve gücümüz yettiğince İzmir'e hizmet etmeye devam edeceğiz.
Bilinmesini istedim. Şimdilik bu kadar...