Yapılan çalışmalara göre, ülkemizde 2012 yılında 1 milyon 234 bin olan kanser tanılı hasta sayısı, geçtiğimiz yıl sonu itibariyle 1 milyon 300 bini aşmıştır. Vaka sayısında ortalama yüzde 3 artış söz konusu olup ,100 bin vatandaşımızı da her yıl kanser nedeni ile kaybediyoruz. Kanser tedavisi için de yıllık 3 milyar 700 milyon lira harcıyoruz. Kişiye özel moleküler tedavilerden aşı çalışmalarına kadar yüz güldürücü gelişmeler sonucu, bir çok kanser türünde, artık hastalığın
kronik ve kontrol edilebilir hale geldiği de bir gerçek. İzmir, iklimi ve kendine özgü yemek alışkanlıkları ile olumlu özellikler içermesine rağmen, maalesef akciğer kanserinin görülme sıklığı en çok olan şehir. Ülkemizde, akciğer kanserinin görülme sıklığı erkeklerde yüz binde 74 iken İzmir'de bu oran yüz binde 99.4 düzeyinde. Kadınlarda da 7'lerden 12'lere doğru artan bir oran var. Akciğer kanserinin
sigara ile doğrudan ilişkisi gözönüne alındığında, tütün kullanımının çok ciddi sınırlandırılması ve
yasal yaptırımların tavizsiz uygulanması mutlaka sağlanılmalı.
YÜKÜ AZ GELİŞMİŞLER ÇEKİYOR
Eskiden, kanserin zengin ve sanayileşmiş ülke insanlarına özgü bir hastalık olduğu düşünülürdü. Günümüzde, Uluslararası Kanser Araştırmaları gibi güvenilir kuruluşların yapmış olduğu istatistiki çalışmalar, bu düşüncenin yanlışlığını ortaya koymuştur. Artık dünya kanser yükünün büyük kısmını az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler çekiyor. Her yıl 9 milyon yeni tanı ve bir o kadar da bu hastalık nedenli ölüm düşünüldüğünde ve önümüzdeki 20 yılda bu sayıların katlanacağı hesaba katıldığında, zaten kaynakları yetersiz olan bu ülkeler açısından ortaya çıkan sosyal ve tıbbi maliyet tüm çıplaklığı ile ortadadır. Vaka istatistiklerinin daha güvenilir olduğu Batı ülkelerinin önümüzdeki yıllar için yapmış olduğu projeksiyonlarda,
her üç kadından birinin ve her
iki erkekten birinin yaşam süreçleri içinde kanser ile karşılaşmaları bekleniyor. Yüzde 30 ve 50 oranları artık epidemi diye adlandırılan
bir tür salgın durumunu akla getirmekte ve durumun vahametini ortaya koymaktadır. Kanser vakalarının artmasının en dominant nedenleri, artan
dünya nüfusu ve
giderek yaşlanan demografik yapıdır. Kanser ileri yaşla riski artan bir hastalıktır. Yaşam süresinin artmasına paralel olarak yaşlanmanın hücresel ve moleküler düzeyde yapmış olduğu hasarlar ve bağışıklık sistemi yetersizlikleri kanser için potansiyel bir durum oluşturmaktadır. Kanser oluşturan bir çok etkene de uzun yaşam nedeni ile daha fazla maruz kalmak da riski artırmaktadır.
ALINABİLECEK ÖNLEMLER
Kanser, organizma ya da organ bütünlüğü içinde, hücreleri kontrol edilemeyen bir şekilde büyüyen kötü huylu tümörler için verilen genel bir terminolojidir. Erkeklerde en sık prostat, kadınlarda da meme kanseri görülmekte, bunları akciğer ve kalın bağırsak kanserleri takip etmektedir. Kanserlerin büyük çoğunluğu çevresel faktörlerden kaynaklanır: kronik enfeksiyonlar, tütünve alkol kullanımı, obezite, çevre kirliliği, güneş kaynaklı ultroviyole ve x ışınları, kimyasal toksik kanserojen ajanlar vs... Bugün, kanser vakalarının üçte birinin tütün kullanımı sonucu olduğunu biliyoruz. Bu tespit, kanser olgularının etiopatogenezinde fizik aktivite eksikliğinden genetiğe kadar bir çok faktör üzerinde durulurken,
sigara gibi önlenebilir risk etkenleri üzerinde daha fazla durulmasının nedenini açıklamaktadır. Günümüzde, tanı ve tedavi süreçlerindeki teknolojik gelişmeler ve erken tanı imkanları, kanseri engellenebilir ve/veya kontrol edilebilir hale getirmiştir. Ama görünür gelecekte, kanserin oluşum mekanizmalarının tamamen anlaşılması ve kansere bağlı ölümlerin bütünüyle ortadan kalkması söz konusu değildir. Ülkelerin kanserin bütçe yükleri için işbirliği yapması, korunmak için sigara, alkol ve obezite ile savaş programlarının oluşturulup etkin politikaların uygulanması ve bireysel bilincin artırılarak risk grupları için taramaların yapılması öncelikli stratejilerdir.