Son haftalarda belediyecilik faaliyetlerinin farklı fonksiyonlarını ele aldım. "Hangisi daha önemli?" diye sorabilirsiniz. Kısaca, "Birisi olmazsa ötekiler de noksandır" diyerek tamamının
bütünün vazgeçilmez parçaları olduğunu söylerim. Dünyanın neresinde olursak olalım, havasıyla, suyuyla, yiyeceğiyle, yoluyla, yeşiliyle vb. iç içe yaşamaktayız. Bunların birisi olmazsa ötekilerde de önemli noksanlıklar meydana gelecektir. İşte belediyelerin en önemli görevlerinden biri de
yaşanabilir bir çevreyi sağlamasıdır. Havası kirli, yeşili az, ulaşımı sıkıntılı vb. olan bir ortamda da yaşanmaktadır. Ama, belediyeler yaşanan ortamı sadece insanlar, öteki canlılar için değil,
bitkiler için de yaşanır hale getirmekle yükümlüdürler. Yollarda araçların çıkardığı tozlardan, tarlalardaki ekinlerin gördüğü zararlar mezuniyet tezimdi.
KÖRFEZ ÖRNEĞİ
1974'de Ankara'dan İzmir'e geldiğimde
Asansör semtinde, deniz kenarında bir daire kiralamıştım. Çocuklarım hemen Kemeraltı'na koşup, balık tutmak için olta almışlardı. Çocuklarımın bu halini gören ev sahibemiz "Boşa heveslenmeyin, bu denizde balık değil, mikrop bile yaşamıyor" demişti. Öyle olsa da yüz binlerce insan İzmir'de yaşıyordu ama memnuniyetsizlikleri vardı. İzmir'de Körfez kirliliği yıkmanın kolay, ama yapmanın çok zor olduğunun en güzel göstergesidir. Atıkları Körfeze atmak, akıtmak hiç de zor olmadı. Buna karşılık yıllardır Körfezi temizlemek için çalışılsa da sonuca ulaşılmasına
karınca adımıyla ilerlenebilmektedir. Kış aylarında Çeşme yönünden evime dönerken
Narlıderedeki İstihkam viyadüğünden aşağı süzüldüğümde İzmir'in üstüne çökmüş olan koyu gri kitleyi görüp "Bu havada nasıl yaşayabiliyoruz?" sorusuna cevap ararım. Evimizden, halk deyimiyle, hava almak gerekçesi ile çıktığımızda, bir park, bir bahçe bulamayıp da ancak yol boyunca yürümekle yetinmek zorunda kalıyorsak, hava alamıyor, ancak
kendimizi avutuyoruz demektir. İzmir yeşil alan fakiri bir kent haline getirilmiştir. Kentin neresinden bakarsanız bakın, üst üste yığılmış gibi görünen beton binalarda insanların nasıl nefes alabildikleri aklınıza ilk gelen soru olmaktadır.
AVRUPA'YA BAKALIM
Avrupa'nın kişi başına düşen yeşil alanının 26 metrekare olmasının yanında, bir zamanlar sadece akasyanın yetiştirilebildiği çorak Ankara'nın 18 metrekade, İstanbul'un 6,4 metrekare olmasına karşılık İzmir'in son yıllarda yapılan yeşillendirme hamlelerine rağmen ancak 4,8 metrekareye getirilebilmiştir. Yani
İzmir yeşil fakiridir. Bir sorunu çözmek için öncelikle onu tanımak, tanımlamak gerekir. Bundan 7-8 yıl öncesini hatırlayın. Kent yetkilileri Alsancak iskelesinden Karşıyaka'ya yüzebilme muhabbeti yapmaktaydılar. Bugün hala ayağınızı denize sokmaktan çekiniyorsanız, bu muhabbetin taraflarının
kirliliğin derecesini bilemediklerini, temizlemenin yol ve yordamının ne olduğunun farkında olamadıklarını gösterir. İzmir'in yüzde 50'den fazlasının bütün çevre güzelliklerinden yoksun bir halde olması ilgisizliğin "insana insan değeri vermeme" boyutuna ulaştığının belirtisidir.
HANGİSİ ENGELLİ!
Şehirciliği sadede bazı semtlerin, cadde ve bulvarlarını güzelleştirme biçiminde anlamak, hizmetlerin bütün insanlar için değil, sadece bazı insanlar için tasarlandığını göstermez mi! Eğer bir kentte engellilere uygun hale getirilmiş yollar, geçitler vb. merkezi yerlerinde bile görülmezken, Engelliler Günü'nde balo düzenleyebiliyorsanız, kimin asıl engelli olduğuna karar vermemiz gerekmez mi! Bir belediyenin, denizi insanların faydalanmasına sunacağı yerde,
beton iskeleleri kırıp denize dökeceğini düşünebilir misiniz? "Olan olmuştur" deyip
yetersizliği görmezden gelemezsiniz. Zararın neresinden dönülürse kardır. Kentsel dönüşümde yapılması gereken en önemli iş İzmir'in gecekonduları yerine çevreyi ön planda tutan yerleşim yerlerinin yapılması olmalıdır. Özetle "Çevre dostu belediyecilik" demek, yaşanabilir yerleşim yerlerini oluşturabilen belediyecilik demektir. Şimdi "Yaşamıyor muyuz?" diye sorarsanız, cevabım, "Kokan körfez, solunamayan hava, tıkanan trafik, çöp dağları vb. arasında yaşamaya razısınız" olacaktır.