Bu yazı, bir Avrupa sevdası değil. Aksine bir "can" ziyareti. Canınız yaşıyorsa, dünyanın herhangi bir yerinde, işte öylesine koşarak gitmek, kucaklaşmak, öpmek, koklamak, hasret gidermek. Hollanda'da yaşayan büyük oğlum ile kucaklaşırken, yeşile, doğaya, insana ve çevreye saygının eşsiz güzelliklerinden de bir paylaşım olarak kabul edin bu satırları. Varsa seyahat planlarınız, aklınızda bulunsun. Hepsi bu. Zira bir şarkı sözünden de öte, '
'Bir başkadır benim memleketim."
ÖNCE AMSTERDAM
İzmir' den Hollanda'ya tek direkt uçuş noktası Amsterdam. Eindhoven'a ulaşmak üzere İzmir'den 3 saatlik bir uçuş sonrası Amsterdam'a iniyoruz. Hasretliğimizden olmalı, yağmurla ve sevinç gözyaşları ile ilk kucaklaşma Halim ile. Kanallar şehrinde kısa bir gezinti sonrası 1.5 saatlik bir karayolu yolculuğu ile Eindhoven'e ulaşıyoruz. Durmak yok, bir gece dinlenip 5 günlüğüne Almanya, İsviçre, Fransa, Lüksemburg ve Belçika turu yapacağız. Eindhoven, turistik bir kent değil. Ben sessiz şehir diyorum. Kentin göbeğinde yeşil alanlar, göller var. Hafta sonları barlar sokağı revaçta. Üstüne maç da varsa, PSV Eindhoven'i seyretmek özel tutkuları. Tabii ki,bazı Türk ve özellikle Egeli vatandaşlar ile sohbet etme fırsatı da buluyoruz. Oğlumun evinin hemen yanıbaşında
Kuşadası Market, Vatan Çayevi ve Türk dönercisi var. Sohbetin ana konusu, yine İzmir takımları. Altınordu'nun başarısı oralara kadar ulaşmış ama yine de '
'Ne olacak bu İzmir takımlarının hali!" sorusundan kaçamıyoruz. İzmir'i, süper ligde görmek istiyorlar. Haziran ayında Eindhoven'de bir Ege gecesi var. Afişlerde zeybekler boy gösteriyor. Harmandalı oynayasım geliyor. Eindhoven'den Almanya'ya kontak açıyoruz. İlk durak Heidelberg. Kalesi ile ünlü, görkemli bir yapı. Almanya'nın ilk üniversitesinin de bu kente kurulduğunu söyleyelim. Sanayi ile romantizm iç içe.
TURA BAŞLIYORUZ
Bir gece konaklayıp İsviçre'ye yol alıyoruz. 4 saat sonra Luzern gölü, göz kamaştıran güzelliği ile karşımızda. Yeşil yamaçları, eteklerinde muhteşem mimarisi ve
tertemiz bir göl. Kenti gezip yarım saat sonra Titlis dağı eteklerindeki Engelberg'e ulaşıyoruz. Buranın doğasını anlatacak sözcükler bulmakta zorlandığımı belirtmeliyim. Titlis dağındaki kar manzarası, onlarca şelalenin yeşille kucaklaşması çok etkileyici. Başka bir dünya. Dağdan gürültü ile kopan kar yığınları, bir çığ şelalesi ile görselliği süslerken sayısız teleferik Titlis dağına insan taşıyor. Eteklerde mini golf sahaları, etrafta çiftlik evleri sezonun açılmasını bekliyor. Doğa açısından ne denli zengin olsalar da, yöresel yemek konusunda zayıflar. Yemekler de pahalı. Neticede her gelen hesabı 3 ile çarpıyorsunuz. Örneğin bir alabalık tabağı 30 euro. Yani kişi başı 90 lira. İtalyan restoranlarında, pizza ve makarna yiyoruz, daha hesaplı. Oğlumun bitmek bilmeyen doğa yürüyüşleri ve dağ tırmanışlarından kaçmak imkansız. Yağmur ve kar mazeret değil. O önde, biz arkada, nefes nefese unutulmayacak 2 gün sonrası dönüş başlıyor.
USTA MİMAR ELLERİ
Fransa'ya giriyoruz. Rota Strazburg ama Eguisheim köyünde bir mola veriyoruz. Küçük ama çok şirin bir köy. Şaraplık bağlar köyü çevreliyor. Köy evlerine belli ki çok usta mimarların elleri değmiş. Hediyelik eşyaların ötesinde,şarap satan dükkanlar insanların akınına uğramış. Gün batımında Strazburg'dayız. Eşyaları otele, kendimizi şehir merkezine atıyoruz. Tarihi yapısı etkilese de,
aklımız geride, İsviçre'nin yeşilinde kalmış. "Nerede yesek "diye dolaşırken, dört ayak üzerine düşüyoruz. Bir peynir tabağı ile geceyi taçlandırıyoruz. Anlatılmaz, tadılır. Geceyi geçirip Eindhoven'e dönüşü sürdürüyoruz. Buralara kadar gelmişken,
Lüksemburg'u pas geçmek olmaz. Yeşil, doğa, kafeler ve tertemiz meydanlar bir arada buluşmuşlar.
Fotoğraf tutkunlarına çok iş var. Yemek yediğiniz kafe ve restoranlarda serçeler de masanızdan bir lokma kapma telaşındalar. Birlikte yiyoruz. Biz doğaya, onlar insana tutkun. Küçük bir mola da Belçika Antwerpen'de. Her köşe başında ünlü çikolata dükkanları. Kent merkezi görülmeye değer. Eindhoven'e dönüp birkaç gün sonra, sağanak yağmur ile havalanıyoruz Amsterdam'dan İzmir'e. Yine yağıyor, yine ıslanıyoruz. Bu defa
yağmur ve gözyaşı ayrılığı ıslatıyor. Elveda Amsterdam, elveda Halim; merhaba İzmir, merhaba Hakan. Ağabeyi uğurlarken, küçüğü karşılıyor kapıda. İyi ki varsınız çocuklar.