Türkiye'nin en iyi haber sitesi
REFİK DURBAŞ

Heves kuşu nereye uçar?

Masanın sağında bir karga, solunda bir büyücü... Büyücünün yanında bir atın mavi denizle kırmızı bir gökyüzü arasında savrulan başı... Karganın yanı başında bir bebeikon... Alev alev bir tankerin yanında salkım saçak 'sallantıda âşıklar'... Bütün bunların ortasında da Ömer Uluç. Bütün hepsi bir belirsizlikten fışkırıp renk olmuş, ışık olmuş. Bu renk, ses, ışık cümbüşüne Ömer Uluç da dahil elbette. Uluç'un "Bizim akşamlarımız, ayinlerimiz," diyen sesi de gür kahkahası da... Kaç yıl olmuş? Uluç'la 1988'de Maçka Sanat Galerisi'nde açtığı sergi üzerine uzun uzun konuşmuşuz. Ama tanışıklığımızın miladı yok. Onun resimle tanışıklığı ise 1951-52 yıllarına kadar uzanıyor. Ve 1965'te Paris'te açtığı ilk sergisinden sonra resimle ve tabii kendisiyle de yıllar sürecek hesaplaşması başlıyor. O gün şöyle tanımlamıştı resimlerini: "Benim resmimin esası, soyut bir karalamanın ya da soyut bir karalamanın verdiği, bazen şans olarak, tesadüfen verdiği, bazen de o tesadüfün üzerine sonradan gidilerek verdiği figürlerdir. Belirsizlik bir figür haline gelir, mesaj verecek bir potansiyel haline gelir." Yalnız resim mi? Ömer Uluç ile her konuda, her şeyden konuşabilirdiniz; şiirden, romandan, öyküden, sinemadan, mimariden, tiyatrodan, günlük ve gündelik olaylardan, siyasetten... İnsanı insan yapan, yani insanı çevreleyen, bütünleyen her olay ve olgudan... Üstelik bu tavrını akranı yedi yaşındaki çocuklarla da aynı düzeyde sürdürürdü, 77 yaşındaki yaşıtlarıyla da. Muhabbetine doyum olmazdı. Akşamları onunla iki kadeh içmek, gerçekten de bir 'ayin' gibiydi. Aldığını fazlasıyla verirdi. Onun konuşmasıyla aklınız ve bilinciniz zenginlik kazanırdı. Çağdaşlığa ulaşmak için gelenek çok önemliydi onun için. Geleneği olmayanların çağdaş bir sanat yapamayacağı düşüncesindeydi. "Elbet resmin de bir geleneği var," demişti, "Ama resmin geleneği tuval değildir, görüntüyle ilgili bütün şeylerdir. İnsan emeğidir. Yani resim, görüntüyle ilgili insan emeğidir. Ülkemizde böyle bir gelenek vardır. Bizans vardır, Osmanlı vardır." Rahat çalışan bir ressam değildi. Ayakta yapıyordu resimlerini. Büyük tuvalleri seviyordu. Büyük fırça hareketlerini seviyordu. Resmin üzerinde büyük kol hareketleri yapıyordu. Kendi deyişiyle bir sevişme, okşama değil, zorlu bir çekişmeydi yaptığı. Cebelleşmeydi daha doğrusu. Sanki sinirinin sık sık yukarı çıktığı ama bir kahkahayla bittiği yerde başlıyordu resmi. Ve hep hareket halindeydi. "Evet, bir resmin hareket etmesi lazım," demişti, "bir resmin hareket etmesi için o resme değişik şartlarda bakmak lazım. Bir resim hareket ettiği zaman, o hareketi insan görüyor. Bu da resmin yaşaması demek. Bazen resimlerimin hareket ettiklerinin işaretlerini verdiklerine eminim. Böyle anlar var. Benim çizme biçimim bir hareket aslında. Merasim diyorum ben buna. Bir ritüel. Belirsiz bir ritüel, sonunda bir harekete ulaşıyor." Resmindeki bu hareket içinde zekâ da vardı, duyguları ve duyarlığı da. Ömrünün son katresine kadar aklının ve yüreğinin duyargalarını açık tuttu. Hastalığının zor anlarında bile yeni resimler için çalışmalarını sürdürdü. Hiçbir zaman 'heveskâr' olmadı, çünkü kendisi bizzat bir 'heves kuşu'ydu. Şimdi de kendi cennetine uçmakta, kargaları, büyücüleri, bebeikonlarıyla...

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA