Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HOP KÜLTÜR SAMİ TOSUN

Avrupa Birliği'nin gizli magazin gündemi

Avrupa Birliği 'kriter' der durur ama içimize yolladıkları profesyonel gözlemcilerle magazin medyamızı izler, ona göre karar verirmiş meğer! Bu durumda Avrupalıların bizim kafamıza ne kadar uyabileceği merak konusu

Malumunuz, Avrupa Birliği'ne girme meselemiz, güncellenmiş 'muasır medeniyet' formülümüz haline gelmiş vaziyette, uzun zamandır. Ne yazık ki, bu 'giriş' hedefi kısa vadede gerçekleşebilecek bir hedef değil. Geçen hafta Brüksel'den ziyaretime gelen bir arkadaşım, ki kendisi bu Avrupa Birliği müesseselerinden birinde önemli bir kurumda çalışıyor, sebepleri bir bir sıraladı. Siz bakmayın tipime, geniş bir çevre sahibiyim. Bir dönem Belçika'da grafik tasarımı dersleri alırken, öğrenci mekânlarının vazgeçilmez müdâvimlerindendim. Herkes Bana 'Çılgın Türk Sami' derdi, etrafımı çevirirler, anlattığım hikâyeleri kâh gülerek, kâh anlamlı anlamlı başlarını sallayarak, kâh hislenerek dinlerlerdi. Köklü arkadaşlıklar kurdum ama kader beni memleketimin başına yeniden musallat etti.

MEDENİYETLER ÇATIŞMASI
Tabii o zamanın talebeleri büyüdüler, şimdi yetkili makamlara geldiler. Bizim Jean-Pierre de onlardan biri. Brüksel'de bilmemne komisyonunun başındaymış. Laf açılınca, "Dostum," dedi, "Keşke her Türk senin gibi olsa. O zaman hiç sorun kalmazdı. Açardık kapıları, giriverirdiniz. Ne yazık ki, durum böyle değil. Sizin güncel yaşamınız, güldükleriniz, ağladıklarınız, hayran olduklarınız çok farklı. Biz ayrı dünyaların insanlarıyız..." Ve muhabbet ilerledikçe, bu Avrupa Birliği'nin ne kadar sinsi olduğunu fark ettim. Meğer bunlar senelerdir 'kriter' der durur, fakat aslında, içimize yolladıkları profesyonel gözlemcilerle magazin medyamızı izler ve ona göre karar verirlermiş. Evet efendim, yanlış okumadınız, magazin medyamız! Jean-Pierre bana açık açık, "Lütfen Sami, dürüst ol, en popüler siması İbrahim Tatlıses olan bir ülkeden şüphelenmez misin?" diye sordu. "Ne alaka?" diye cevap verdim. Jean-Pierre, "İbrahim Bey senelerdir saçlarını, kaşlarını ve bıyığını aslında doğada olmayan bir renge boyatmakta, ekranlar önünde durmadan ve kontrol edilemez biçimde ağlamakta, arada etrafa tehditler savurup sonra 'Allah cezanızı verecek!' diye beddualar okumakta ve fakat toplumunuz kendisine hâlâ, her şeye rağmen, genç kadınların kalbini çalan bir Don Juan muamelesi yapmaktaysa, biz ayrı dünyaların insanlarıyız Sami," dedi. Taze bir örnekle, Saba Tümer'in programına katılmış bir İbrahim Tatlıses vaka çalışmasıyla karşıma çıkıyor ve bana söylenecek söz bırakmıyordu... Meğer, Mine G. Kırıkkanat'ın zamanında gündeme getirdiği 'otoyol kenarlarına yayılmış kıllı mangalcılar' hassasiyeti de çok anlaşılır bir şeymiş. Şimdi İstanbul yakınlarındaki özel plajlar ve havuzlarda yaygınlaşan 'kolbastı' fırtınasını örnek verdi Jean-Pierre: "Kendilerine bol gelen bir bermuda şort ile, kıllı ve hafif göbekli bünyelerini dansa münasip gören ve havuz kıyılarında kolbastı nameleriyle hoplayıp duran kitlenin San Tropez'e de yayıldığını düşünsene Sami. Bu bir medeniyetler çatışması değil de nedir?.." Evet, ben de şaşırdım. Bir Belçikalının meseleye bu kadar vakıf olması karşısında hayrete kapıldım. Avrupa Birliği deyip dost bildiğimiz, bağrımıza bastığımız müessese, sinsi sinsi bizi gözlüyor ve hatta 'kolbastı'mıza kadar her şeyimizi biliyordu. Öte yandan, bize özgü bir mahrem alanı, magazin âlemimizi alenen röntgenleyen Jean-Pierre'in karşısında birden milli bir histeri nöbetine kapıldım, "Siz kendinizi ne zannediyorsunuz?" diye haykırdım. Jean-Pierre ise hiç pısmadı, uygun koşullarda yapılsa tarihe geçebilecek bir konuşmaya başladı. Aynen aktarıyorum:
BİZİM KAFAMIZ DAHA GÜZEL
"Hülya Avşar Türkiye'nin en güzel kadını unvanıyla anılmasın artık. Kolpa bitsin. Seda Sayan, Türkiye'nin en güvenilir müessesesi olamasın, hatta bir müessese olmasın. Daha iki yıl önce, Seda'nın o zamanki 'helal'i Nihat Doğan ile 'veliaht' tartışmasına girerek İbrahim Tatlıses'e ağzına geleni söyleyen Alişan, şimdi hiçbir şey olmamış gibi Tatlıses'le düet yapmasın. Mümkünse bir süre hiçbir şey yapmasın. Yaprak Dökümü dizisi bitsin artık Sami. Kanal tedavisi gibi, kanırttıkça kanırtmasınlar, bu toplumun kanallarını tıkamasınlar. Halil Ergün her reklam arasından önce ve sonra ağlayıp durmasın gözümüzün önünde. Hatta Halil Ergün bir süre hiç görünmesin. Tek küçük yeri, hatta neredeyse mikro yeri burnu olan eskinin Küçük Ceylan'ı, sanki sormuşlar gibi, 'Beni bu yaz mayoyla yakalayamayacaksınız,' diye açıklama yapmasın... Bunların toplumsal etkileri var Sami... Metrodan, yürüyen merdivenleri kıra kıra çıkabilecek kadar iri, odun bilekli bir adam, engelli asansörüne binmek için bekliyorsa, dahası etrafına utanmadan ve umursamaz bir biçimde bakabiliyorsa, ben utanırım Sami. Hiçbir şeyin adıyla çağrılmadığı bir toplumda böyle şeyler kaidedir. Olmasın bunlar Sami..." Jean-Pierre konuşmaya devam ediyor, ben abarttığına inanmak istiyordum. Artık bu konuşmayı devam ettirmek istemediğimi söyledim ve odama çekildim. Ayıptır söylemesi, kaplan desenli yatak örtümün üzerine uzanıp televizyonu açtım. Star'da Gül Gölge'nin yerine vazifeye başlayan yeni göğüs dekoltesi, bir magazin programı sunuyordu. Sonra ekrana Sibel Can geldi. "Sulhi Bey'den beklediği manevi desteği bulamayan Sibel Can boşanıyor," diye bir anons geçti. Sulhi Bey ne yapacaktı? Her gün Sibel Hanım için üç Kulhuvallahi bir Elham mı okuması gerekiyordu? Bu nasıl bir maneviyat, bu nasıl bir anonstu? Avrupalı, bu kafayı, bu kafa güzelliğini nasıl anlayabilecekti? "Avrupalı olmanın ne âlemi var?" dedim kendi kendime, "Bizim kafamız daha güzel..."

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA