Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Kuru ekmekle lüks yaşamak

Yeni yıla girdik. Çevremdekilere önümüzdeki yılda ne yapacaklarını sordum. Gerçi bekliyordum ama gene de çoğunun ilk planını seyahat oluşturuyor. Dünyanın çeşitli yerlerine gitmek, gezmek istiyorlar. Ne için gitmeyi düşündüklerini sorduğumda ise doyurucu bir yanıt alamadım. Çok da şaşırmadım. Çünkü gitmek istedikleri yerler hiç de öyle egzotik, uzak diyarlar değildi. Ne kimse Rapai Nui'deki (Easter Adası) Moai heykellerini, ne Isfahan'ı, ne Lascaux Mağarasını görmek istiyor. Varsa yoksa Londra, New York, Paris, Amsterdam falan. Haydi oralardaki canım müzeler, o müzelerdeki envai çeşit işler söz konusu olsa, gene canım yanmayacak. İnsanlar bu kentlerin artık hepsi birbirinin aynı olan 'küresel markalar' sokağında dolaşmak, sanki Nişantaşı'ndan bulamazlarmış gibi, oralardan dünyanın en pahalı ayakkabısını, çantasını, giysisini almak derdinde. İkincisi, gene benim eş dost bu kentlerde lokantalara gitmek istiyor. Helalühoş olsun, yesinler, içsinler. Ama gitmeyi tasarladıkları lokantaları sorduğum zaman da anlıyorum ki, şuradan buradan duydukları 'trendy' lokantaları kendilerine hedef seçmişler. Yani öyle herhangi bir mutfak aradıkları, ilginç bir aşçıyı takip ettikleri yok; yenilikçi veya klasik bir arayışın peşinde değiller. Ama harıl harıl lokanta adı sayıyorlar. Sadece bu kadarı değil. Kiminle konuşsam bana hangi bileti ne kadar ucuza bulduğunu, hangi otelde ne kadara kaldığını anlatıyor. İşin özü, insanlar sanki başka işleri kalmamış gibi büyük bir hırsla seyahat ediyor, seyahati kendilerine iş ediniyor. Nedir bu böyle?

YOLCULUK AMA NEREYE...
Hiç şüphe yok ki, yolculuk güzel bir şeydir. İnsana yeni ufuklar açar. Hele Türkiye gibi insanı bunalttıkça bunaltan bir toplumdan uzaklaşmanın ferahlığı başkadır. Ama öbür taraftan bugünkü dünya bir hareket dünyası. Herkes koşuşturuyor. Benim çok kullandığım bir tabirle söyleyeyim, havaalanları uçak, uçaklar insan almıyor. Terördü, güvenlikti derken uçaklara binmek, inmek başlı başına bir sorun. Daha çok insan sıkıştırmak için koltuk aralarını daralttıkça daralttılar. Şehirlerde havalimanlarına gitmek bir dert. Vardığınız yerde şehre ulaşmak ayrı bir baş ağrısı. Yani seyahat öyle o kadar mutluluk vermeyen yanlara da sahip. Gene de yolculuk gibisi yoktur. Yeni yerler görmek, tanımak, insanı ne zamandır aklında gezdirdiği, içinde sakladığı bir kentte, bir yapıtın önünde, bir coğrafyada bulunmak, eşsiz, doyulmaz bir tattır. İnsan o noktada durur ve 'geldim' der.

LÜKSÜN ZEHRİNE YANMAK
Ne ki, şu yukarıda anlattığım tablo bu söylediklerimle eş değer değil. İnsanlar gittikleri yere bir daha, bir daha gitmeyi marifet sayıyor. Çünkü o dürtünün altında yatan neden entelektüel bir faaliyet veya dinlenmek, değişiklik aramakla değil, lüks harcamayla ilgili. İnsanlar son on yılda ağır bir bilinç zehirlenmesine maruz kaldı. Hatta 1990'ların ikinci yarısından başlayarak lüksle iç içe yaşamaya başladı. Orta düzeyde geliri olanlar bile dergilerde okuduğu, gazetelerde gördüğü en pahalı şeylere sahip olmak istiyor. İlk kez duyduğu, karşılaştığı nesnelere para harcamaktan mutluluk duyuyor. Bu 'markalar dünyası'nda yaşamak demek. İnsanın kendisini yalanla avutmasının bir yolu. O kadar böyle ki, o markaların orijinallerini elde edemeyenler taklitleriyle avunuyor. Sokaklar uydurma ürün satan işportacılarla dolu. Firmalar bu korsanları engellemek için bu defa ürünlerinin üstüne at nalı kadar 'Menşe Şahadetnamesi' yapıştırıyor. Sahtesi veya gerçeği herkes gere gere göğsünde bir firmanın adını gezdiriyor. Bundan da rahatsızlık duymuyor.

YA TEK YA HİÇ...
İyi bir mala sahip olmak elbette iyidir. Yıllarca sizinle beraber yaşayacak, geçmişinizle bütünleşecek eşyaları almak insana ayrı bir zevk verir. Ya da gerçekten sanatsal değer taşıyan bir tasarım ürününe sahip olmanın zevki başkadır. Fakat işin garip yanı, şu yukarıda anlattığım tablo böyle bir 'tek olmak', biricik olmak duygusuyla değil, tam tersine, çok olmak, herkes ne yapıyorsa onu yapmak, kervanın peşine, sürünün içine katılmak anlamına geliyor. Özgünlüğün kalmadığı, yitirildiği bir âlemde herkes selle akıp gidiyor. Lüks eskiden emperyal bir şeydi, yüksek sınıflara aitti. Şimdi her şey gibi o da 'demokratikleşti', orta malı oldu. Lümpenleşti. Bu arada kimse gerçek zenginler ne yapıyor, paralarını herhalde sokaklarda örnekleri satılan şu bu markaya harcamıyor, o halde nereye yatırıyor diye düşünüyor mu? Başa döneyim, şu seyahat programlarına. Onlarla sokakta satılan marka taklitlerine para vermek, adını kulak dolgunluğuyla bildiği lokantaya gitmek arasında zerre kadar fark yok. Kaldı ki, o otellere, lokantalara moda olduğu için gidiliyor. Oysa asıl olan kültürdür. İnsan dünyaya kültürün içinden bakıyorsa (buna görgülülük de dahildir) yapıp ettiğinde abartıdan kaçınır. Aşırılıktan, fazlalıktan, şatafattan uzak durur. Değeri lükste aramaz; lüksü değerde arar. Oturur peynir ekmek yer ama o peynir ekmeği bulmak bile herkese nasip olmaz, işin parayla pulla da ilişkisi yoktur. Seyahate gider gitmesine, icabında herkesten az çıkar yolculuğa ama herkesten daha fazla gezer görür. Yıllık yolculuk ve yemek planlarımı aklımdan bunları geçirerek yaptım.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA