Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

İki savaş arasında: Avatar ve Hurt Locker İki savaş arasında:

Oscar ödüllerinin favorisi Avatar'da açıktan Bush ve politikaları eleştiriliyordu. Peki ödülü niye o değil de, Kathryn Bigelow'un gösterilecek salon bulamayan Hurt Locker filmi kazandı?

Geçen hafta pazar gecesi bir otel odasında, New York'ta, Oscar ödüllerine bakarken, 'nedir Amerikan sinemasının sırrı?' diye bir kere daha düşünüyordum. Sinema bir büyüdür. Hollywood bu büyüyü en uç noktada kullanmayı öğrenmiş ve artık bilen bir varlıktır. Tarih öncesi bilinçaltımıza da seslendiği ve bizi karanlıkta, ışığın sadece bir noktadan geldiği bir ayinde, karşımızda beliren Tanrılarla büyülediği için sinema izleyici için öncelikle oyuncudur. Oyuncu Tanrıdır. Oscar'ın önemi öncelikle buradan gelir. Gelir ama her zaman da tartışmalı bir şeydir Oscar.

SİNEMA BİR SANAYİDİR
Ya '1960 Sonrası Türkiye'de Sanat' dersindeydi ya da 'Sinemanın Büyük Yapıtları' dersinde... Öğrencilerden biri, 'yani' dedi 'Oscar ödülleri hep mi yanlış?' Ben o sırada Batı sinemasındaki temel eğilimlerin daha 'sanatsal', Amerikan sinemasındaki ana tercihin ise 'kitlesel' olduğunu söylüyordum. Sanat sinemasının sanatın ve insanı meydana getiren ögelerin üstünde yoğunlaştığını ve içine doğru derinleşerek oluştuğunu kitlesel sinemanın ise daha 'mekanik' bir biçimde, yatay düzeyde genişlediğini belirtiyordum. Birisi entelektüel irdelemenin zihinsel tadını öne çıkarır, diğeri merak ve heyecan ögesini ayakta tutar. Birisi öyküyle değil sorunla uğraşır, diğeri bir hikâye en iyi nasıl anlatılır, onun peşindedir. Birisi sinemayı kitle sanatı olarak görmez diğeri için bir kitle sanatıdır. Ortalama insana, ortak zevklere, zekâya, algıya hitap eder. Bu nedenle Hollywood sinemayı eğlence endüstrisinin bir parçası olarak görmüştür. Yani sinema bir sanayidir. Büyük paraların yatırıldığı, büyük kazançların elde edildiği bir alandır. Görsel ideoloji dediğimiz 'duygunun' evrensel planda oluşmasında en etkili şey, sinemadır. Hollywood bunu sağlayabilmek için entelektüel dozu düşürmek zorundadır. Sinema izleyicisinin ilgisini ayakta tutmak çabasındadır. Bu nedenle sinemayı bir 'teknik' olguya dönüştürür. Sinema her birisi izleyiciyi ayrı ayrı etkileyen parçaların bir araya gelmesidir. Senaryo, yönetim, ışık, müzik, montaj, dekor, kostüm ve daha bir çok şey filmi oluşturur. Tarantino gibi bazı yönetmenler filmi değil izleyiciyi yoğurduklarını söyler. Hitchcock'tan beri sinema seyircinin duygularının nasıl harekete geçirileceğini bilir ve o teknik unsurları bol bulamaç kullanır. Sanat sineması ise deneysel olabilir. Genel kabullerin dışında kalır. O genel kabulleri sorgular, hatta. Bu nedenle de 'konvansiyonel' sinemanın teknik kabullerine sırtını döner. 'Sıkıcılığı' bir meziyet olarak benimser. Maksadı düşündürmektir, irdelemektir. Sanat sineması bireyseldir. Yönetmenin artistik kaygılarıyla başlayıp biter. Beğenen beğenir beğenmeyen beğenmez. Bu nedenle de artık o sinemaya bütün prodüksiyon, dağıtım, gösterim kanallarının dışında kaldığı, küçük bütçelerle yapıldığı için bağımsız sinema deniyor. Tüm bu farklara rağmen Hollywood sineması da pekâlâ içinde yaşadığı çağın zihniyetini, duygu dünyasını, ana sorunlarını sahneye getirir. Bir toplumun belli bir dönemdeki ruh hali, tepkisi, arayışı Hollywood'un belkemiğidir. Bu nedenle, oyunlar dönse, kayırmalar yaşansa bile Oscar ödülü genellikle bir dönemin ruhunu en iyi yansıtan filme gider. Örnek şu son Oscar töreninde en iyi film ödülünü kazanan Hurt Locker filmi. Niye o kazandı da dünyanın en büyük parasını kasasına indirmiş benim 80 yaşındaki annemin bile gidip görmek istediği Avatar kazanmadı? Üstelik Avatar'ın mesajı da pek öyle yanlış değildi. Evet, alttan alta ilkel bir aristokrasi, dolayısıyla merkezi karar otoritesi tercihi yansıtıyordu filan ama açıktan Bush ve politikaları eleştiriliyordu. Üstelik dünyayı, doğası, taşı, toprağı, ağacı, suyu, yaratığıyla kurtarma düşüncesi vardı. Niye o değil de bir Irak filmi eleştirisi olan, gösterilecek salon bulmayan, küçük bütçeli Hurt Locker kazandı? Kazandı çünkü eleştirisi daha içten, daha içeriden, daha alçakgönüllü, daha insancıl... Avatar'ın sinematik yenilikçiliğine karşı bu film sahip olduğu konvansiyonel teknikle sinemaya yakılmış son bir ağıt gibi. Tekniğindeki yenilik dışında, Avatar'ın sahip olduğu geleneksel ve kabak tadı vermiş damarı işlemiyor. Lafını doğrudan ediyor. Sinemanın gerçekle ilişkisini belirliyor. İçinde yaşadığımız dünyanın ve günün anlamını göz önüne getiriyor. Kaldı ki, son yıllarda Oscar'lar bağımsız sinema örneklerine ayrı bir değer veriyor. Denebilir ki, Bush yanlıları, Amerikan neo-con'ları Avatar'ı cezalandırdı. Olmaz değil, olabilir, hatta doğruluk payı da çok yüksektir bu iddiada ama o zaman filmleri kendiniz izleyip kararı siz vereceksiniz. Şunu söylemeden geçmeyeyim: Amerikan sineması onca manipülasyonuna rağmen gerçekçi bir sinemadır. Gerçek ise onun için daima insan ve onun öyküsüdür. Bir de böyle bakın bakalım...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA