Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

İnsan yitirince kendini

Bilgisayarın başında e-mail bekleyenler, cep telefonlarını yastıklarının altına koyup uyuyanlar, kredi kartını sınırsız harcayanlar... Dikkatli ve düzenli yaşayan kalmadı mı?

İster Türkiye'de isterse dünyanın başka bir yerinde olsun etrafımda gördüğüm insanların neredeyse tamamı kendisiyle ilgili bir arayış içinde. Bu hayata yeni başlayan birinin kendisini tanıma, geleceğini kararlaştırma türünden bir arayış değil. Daha çok insanların kendilerini düzene sokma, kendilerini disipline etme çabasını ifade ediyor. Belki makul bir ölçüde olsa bunu da anlayışla karşılamak mümkün. Fakat pek öyle değil. Spor yapanlar, diyet yapanlar en göze çarpanları ama biraz kurcalayınca bakıyorsunuz ki, cinsellik, yiyip içme, cep telefonu, mesaj, Twitter, lüks eşya tutkusu, tüketim, biriktirme gibi neredeyse her alan, insanlar için 'hastalık ve sorun üreten' birer mecraya dönüşmüş durumda. Hal böyle olunca da insancıklar kendi kendilerini düzene sokmak, bu saplantıya dönüşmüş alışkanlıklarından kurtulmak için ne yapacaklarını şaşırıyor.

ALIŞVERİŞ SAPLANTISININ SONU YOK
Nasıl şaşırmasın? Önce kendisini aşırı yemekle zehirleyip, onu, boyunduruğu altına girdiği bir alışkanlığa dönüştürüp, ardından, "Nasıl kurtulurum?" diye kapı kapı dolaşıyor. Ya da yıllar yılı olduğu yerde oturarak köhneyip paslanan insan, bu defa spor yapmanın telaşına düşüyor. Daha beteri mi dersiniz bilmem, alışveriş saplantısı içinde kalanlar kısa bir süre sonra kapıya dayanan borçların yükü altında ne yapacağını şaşırıyor. İşin kısası hayatını 'ölçülü' veya 'ılımlı' biçimde, kararlı bir dengede, dikkatli ve ince bir düzende yaşayan neredeyse kalmadı. Nedir bu hal derken, geçen haftaların birisinde bazen çok sıkıcı da olabilen New York Times'ın Pazar magazininde Judith Warner'ın kısa ama çok etkileyici yazısıyla karşılaştım. Warner bu, benim de hayretle izlediğim durumu neredeyse tek cümleyle özetliyor. Bilenler bilir, 1979'da Christopher Lasch isimli bir tarihçi ve sosyal eleştirmen Narsisizm Kültürü diye bir kitap yazıp Amerikan toplumunu bu sıfatla tanımlamıştı. Kıyamet de kopmuştu ama Lasch'ın tanımı geçerliliğini çok uzun süre korudu. Warner bunu anımsatarak, "Şimdi ise," diyor "Amerikan toplumunu 'düzensizlik toplumu (dysregulation society)' diye tanımlamak gerekir." Buna denetimsizlik toplumu demek de mümkün ve manası tam da şu yukarıda anlattığım kendi kendisini kontrol edemeyen, denetleyemeyen, Anadolu tabiriyle 'kendini şaşırmış' insanların oluşturduğu toplum demek. Warner daha da ileri gidip hadisenin düşündüğümüzden daha vahim olduğunu söylüyor ki, öğrencileriyle çok yakın ve onlara çok meraklı, düşkün bir hoca olarak bendenizin gözlemlerini de doğruluyor. "İnsanlar," diyor, "e-maillerinin başında, bir mesaj gelsin diye bekliyor, çocuklar, gençler, oyun iptilaları nedeniyle bilgisayar başından kalkamıyor, ana babalar, cep telefonlarını yastıklarının altına koyup uyuyor." Beterin beterini mi istersiniz, alın söyledikleri: "Genç ergenler öfkelerini kontrol edemiyor, acılarına dayanamıyor, dikkatlerini yoğunlaştırmıyor, en basit ve sıradan, hatta olağan dışsal duygusal girdilere akıl almaz öfke patlamalarıyla tepki gösteriyor."

HİÇBİR ŞEYLE YETİNMİYORUZ
Okumayanlara şiddetle tavsiye edeceğim bir kitabı Warner da anıyor. Kaliforniya Üniversitesi Semel Nörobilim ve İnsan Davranışı Enstitiüsü Başkanı Peter C. Whybrow, Amerikan Manikliği: Daha Fazlası Yetmeyince (American Mania: When More is not Enough) isimli kitabında beynimizin geleceği iyi göremeyen ve bizi iptilalara sürükleyen zayıf kısmının gelecek düşüncesi, sonuç üstünde muhakeme yapma yetisi gibi bilişsel melekelerle dengelendiğini belirtiyor. Yani içimizden geldiği gibi çılgınca bir hareketin içine atılmak istesek de kendimizi tutuyoruz, çünkü akıbetini biliyoruz. İşte bu yetilerimizin artık bir enkaza dönüştüğünü yazıyor Whybrow. Neden? Nedeni çok basit: Toplumsal olarak kontrolsüzlük, denetimsizlik sistemlerini benimsedik, benimsiyoruz. Aşırı bir özgüven ve narsisizm içinde, neredeyse hiçbir toplumsal, geleneksel, yerleşik kuralın anlamlı olabileceğine inanmıyoruz. Tepeden tırnağa kendimize batmış durumdayız. Buna bir tür 'orji' diyor Whybrow. Nefis bir tanım. Hiçbir şeyle yetinmiyoruz. Her şey az geliyor ya da yetersiz. Git gide beynimizdeki zevk veren hormonların tutsağı oluyoruz. O nedenle şu adını andığım büyük âlimlerin görüşlerine ek olarak naçizane ben bir 'haz toplumu'nda yaşadığımızı ilave edeceğim.

EKONOMİK KRİZİN NEDENLERİ
Anlattıklarım sadece insanların bireysel hayatlarını ilgilendiren sorunlar değil. Tam tersine, Amerika'da görülen son ipotek krizi, son ekonomik kriz bütünüyle bu sorunla ilgili. Harcama tutsağı olmuş insanlar sınırlarını unutarak ve denetimlerini yitirerek açıldıkça açıldılar ve tıpkı bir alkoliğin içtikçe beyninin kontrol odaklarını uyutup, akıl dışı bir özgüvenle saçma sapan ve sonu faciayla biten işler yapması gibi varıp iflas kayasına tosladılar. Yani olay bütünüyle bir toplumsal afete dönüşmüş durumda ve 'Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler', herkes kendinden sorumludur, üst otoritelere gerek yoktur, sınırlar kaldırılabildiği kadar kaldırılmalıdır türünden neoliberal politikaların da şu vahim hale katkısı tartışılmaz bir gerçektir.
Öyleyse çözümün nerede yattığı da belli. İnsanlara eğer yeniden beyinlerinin bilişsel odaklarını kullanmayı öğretirsek birçok sakıncayı önleyebiliriz. Örnek mi? New York'ta hazır yiyecek paketlerine içerdiği yağ, tuz gibi zararlı madde oranları yazıldıktan sonra kalori tüketiminde yüzde 26'lık bir düşüş olmuş. Buradan hareketle ve müşteri taleplerini de inceleyerek bankalar kredi kartı harcama ve ödeme bildirimlerinde eğer sadece ödenecek en küçük miktarı ödemekle yetinirlerse, bunun uzun vadede maliyetini bildirecek artık. İnsanlar bunu göre göre önlem almayı başarsın diye. Anlaşılan o ki, insanoğlunun, her aşamada belirli bir ölçüde disipline ihtiyacı var. Kapitalizm, kendi çıkarı için bunu ihmal etti. Oysa geleneksel değerler, dinler bütünüyle bu disiplinler üstüne kurulu. Belki onların çelik pençelerini kırarak veya gevşeterek özgürleştik sanıyoruz, ama bunun ne pahasına olduğu şu geldiğimiz yere bakınca anlaşılıyor. Ve gene anlaşılıyor ki, insanın erginliği, erişkinliği yaşla başla değildir, kendisini kontrol etmesiyle ilgilidir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA