Cumhuriyet'in bir asra yaklaşan tarihi de bu söylemi çürüten ve içeriği yadsınamayacak tarihsel bir belgesel niteliğindedir. Öyle ki, rejimin birinci ve ikinci adamı ellerine bu fırsat geçtiğinde hiç tereddüt etmeden bu politik makama oturmuşlardır. Üstelik ikinci adam bunu örtük bir askeri darbe tehdidiyle ve risk alarak gerçekleştirmiştir. Sonraki dönemlerde sadece askeri bürokrasi içinde yükselen memurlar değil, seçimlerde belli bir başarı kazanmış sivil siyasetçiler de kariyerlerini iktidarın zirvesi olan cumhurbaşkanlığı makamında tamamlamak için karşı konulamaz bir arzu duymuşlardır. Ancak bu makama olan arzu sadece kişisel politik hırsların bir yansıması değildir. Çünkü Türkiye'de iktidarı elinde tutan herhangi bir sınıf, parti veya şahıs, iktidarla tanıştıktan kısa bir süre sonra, cumhurbaşkanlığı makamına hâkim olmadan ülkeye yönelik ekonomik, sosyal ve politik hedeflerini gerçekleştiremeyeceğinin farkına varmaktadır.
Yani ancak gerçekten iktidar/muktedir olmak isteyenler ve siyasetten sözü geçenler bu koltuğa talip olabilmişlerdir. Diğerleri ise koltuğa gerçek muktedirler tarafından atanan Çankaya memurları olarak kalmışlardır. Çünkü tarihimiz bize politik iktidarı gerçekten bütün unsurları ile kavrayabilen bir siyasal liderliğin iki temel özelliği olduğunu göstermiştir: Anayasa'yı değiştirebilme gücü ve cumhurbaşkanlığına talip olabilme cesareti. Türkiye'de bu ilki haslet, uzun bir süre boyunca, darbe yapabilme yeteneğine sahip olabilenlerin ayrıcalığı olarak kalmıştır. Araya sıkışanlar ise ya darbecilerin onayı ile gelen sözde apolitik cumhurbaşkanlarıdır ya da böyle bir izne gerek duymadıkları için önce iktidarsızlaştırılmış ve daha sonra da tasfiye edilmiş sivil siyasetçilerdir.
Bu gelenek ilk defa 2007 yılında bozuldu ve cumhurbaşkanını halkın seçmesinin yolunun açılması ile yeni bir döneme girildi. Bu dönüşüm ile zaten bir şark kurnazlığı olan apolitik/tarafsız cumhurbaşkanı iddiasının/efsanesinin hem sosyolojik ve politik gerçekliğinin olmadığı ilan edilmiş oldu, hem de buna bahane üreten hukuki dayanak, önemli ölçüde, ortadan kaldırıldı.
Peki, ama muhalefet değişen koşulların da etkisiyle artık uygulanabilir olmayan bu söylemde neden hala ısrarcıdır? Şüphesiz muhalefeti, ''tarafsız bir cumhurbaşkanı'' söylemine iten temel faktör Erdoğan'ın modern tarihimizin en politize olmuş politik lideri olarak evirilmesidir. Bu evirimin/dönüşümün en temel sebebi bizzat Erdoğan'ın kendi siyasal hayat hikâyesidir. Parti teşkilatlarına olgun yaşlarında bürokrasiden ve iş hayatından transfer edilen rakiplerinden farklı olarak, siyasete neredeyse çocuk denilebilecek bir yaşta başlayan Erdoğan, gençlik kolları başkanlığı, ilçe teşkilatı başkanlığı, il başkanlığı, belediye başkanlığı ve başbakanlık yaptıktan sonra, cumhurbaşkanlığına, hem de halkoyuyla, seçilebilmiş profesyonel bir siyasetçidir.
Üstelik bu profesyonellik, parlak bir bürokratik geçmişi, yıldızlarla süslenmiş bir üniforması ve halka dini coşkunluk veren bir din adamı kimliği olmamasına rağmen, sevenlerinde coşkulu bir sevgiye ve düşmanlarında iflah olmaz bir nefrete yol açan karizması ile de desteklenmiştir. Ancak yine de muhalefetin siyaset dışı/apolitik cumhurbaşkanı arayışının çoğunlukla gözden kaçan derin sebebi, Erdoğan'ın siyaset yapma şeklinin ve siyasete yüklediği sorumluluğun devlet yönetiminde ve devlet-millet ilişkilerinde yarattığı dönüşümdür.
Nihat Karademir/Zaman