Mehdi Eker. Deneyimli bir siyasetçi, AK Parti'nin kuruluşundan beri çizgisini koruyan kararlı bir demokrat, iyi bir entelektüel. Dün Eker'in Diyarbakır Bismil'deki aile mezarlığında 5 ayrı noktada toprağın altına yerleştirilmiş toplam 640 kilo patlayıcı bulundu! Engellenen planın korkunçluğunu bir düşünün. Bayram öncesi insanlar ölülerini ziyarete gidecekler ve tuzaklanmış patlayıcılarla katledilecekler! İnsanın aklına ister istemez Mehdi Eker'in Fetullah Gülen'in iadesi için ABD'ye gidecek olan AK Parti heyetinin başındaki isim olması geliyor. Çünkü 15 Temmuz Fetullahçı darbe girişiminin püskürtülmesinden hemen sonra devreye girip '2. Dalgayı' zorlayan PKK'nın Pensilvanya ile ilişkisi sır değil. Acaba FETÖ PKK eliyle Eker'e ve partisine gözdağı mı vermek istedi? Muhtemeldir, öğreneceğiz. Kesin olarak bildiğimse, emperyalistlerin elinde kukla olmuş bir ajanın emriyle Kürtlere saldıran PKK'nın bu tarz eylemleriyle ayağına sıktığı, taban kaybettiği. Çünkü aklı başında, namuslu, hiçbir insan, ister Kürt olsun, ister Türk, ister sağcı, ister solcu mezarlıklarda pusu atan, ölüleri bile rahatsız eden çakalların değil 'siyasetini' desteklemek, ölüsüne bir tas su bile dökmez. Ancak maalesef son dönemde bu bozuldu ve 28 Şubat ruhu yeni aktörler eliyle yeniden hortlatılma durumuna geldi. İki gün önce katıldığım bir tartışmada bu inkârcı sözleri işitince çok üzüldüm ve şaşırdım. 28 Şubat 1997 darbesinin 20. yılına yaklaşırken yeni bir 28 Şubatçılık yeni bir İslamofobik ideoloji, solculuk maskesi altında hortlatılıyor ve Türkiye için Gülenizm kadar büyük bir tehdit bu... FETÖ'nün doğmasına zemin sağlayan askeri vesayet düzeneğini yukarıda anlattım ama şüphesiz ki benim de FETÖ konusunda çok hatalarım oldu. Askeri vesayet rejimini ortadan kaldırıyoruz heyecanıyla bu cemaatin nasıl bir suç örgütüne dönüştüğünü çok geç gördüm. Kör davrandım. Çok yanlışlar yaptım. Ama bu çeteyi gördüğüm andan itibaren de bu Fethullahçı çeteyle en önde savaşanlardan biri ben oldum ve bu gerçeği bana düşman isimler bile ifade ettiler. Hem ben hem Rasim bu çetenin hedefiydik. Hakkımızda sayısız iftira ürettiler. Rasim'i her hafta dizilerde hedef gösterdiler ve sahte seks kaseti kumpası bile kurdular. 17-25 Aralık kumpasına da MİT TIR'ları kumpasına da en popüler ekranlardan direnen ben oldum. Fakat öte yandan Fethullahçı çeteyi bizden çok önce gören yazarların da 2014-16 arası arşivlerini dikkatle incelemesi gerekiyor. Üstelik onlar Fethullahçı çete olgusunu bildikleri halde sırf Recep Tayyip Erdoğan'ın kellesini almak için FETÖ'ye bilerek ve isteyerek yardım ve yataklık yaptılar. Bugün çok övdükleri Recep Tayyip Erdoğan'ı yok etmek için FETÖ ile işbirliği yaptılar. Bu konuda sayısız kanıt var ama bayram öncesi pandoranın kutusunu açmayalım... Hepinize iyi bayramlar... 15 Temmuz sonrası ilgiyle izlenen bir kurum da Yüksek Seçim Kurulu(YSK). Bu süreçte birçok kurum FETÖ operasyonlarından nasibini alırken, TMSF gibi henüz gündeme gelmeyen ve dokunulmayan bir kurum da Yüksek Seçim Kurulu... Her seçim öncesi uygulamaları en çok eleştirilen, 'Paralel Yapı'yla ilişkili diye zamanzaman suçlanan YSK'da hiç hareketin olmaması düşündürücü. Çünkü geçmişte bu kurumu, başbakanlar, bakanlar ve parti yetkilileri de sert eleştirdi. Herkesin kafasında da ister istemez şu soru vardı; KPSS'de ÖSYM'de her şeyi yapan FETÖ'cü zihniyetin seçimler nedeniyle ülkenin kaderini elinde tutan YSK gibi önemli bir kurumu boş bırakması mümkün mü? Her seçim döneminde tartışılan hatta bazen seçim süreçlerine müdahale ettiği bile ileri sürülen YSK gibi önemli bir kurumda son durum ne? FETÖ'cü bir yapılanma var mı varsa onlara yönelik ne yapılıyor? FETÖ'nün Cumhurbaşkanlığına yerleştirdiği kilit isim Gürcan Balık'ın ifadesi çıktı ortaya.. Meğer 17/25 Aralık sonrası, Bank Asya'ya para yatırmasını hasta annesi istemiş.. Bu FETÖ'cüler böyle ahlâksız adamlar işte.. Böylesi bir kanlı terör örgütü soruşturmasında bile, gözlerini kırpmadan annelerini, karılarını, kızlarını, babalarını bırakıyorlar yarı yolda.. Kurşunlar yağarken muhabirin arkasına saklanıp silahlı adamın üzerine karısını gönderen Can Dündar'ı hatırlasanıza.. Enes Kanter denen zibidiyi.. Tek kalemde babasının soyadını silip Pensilvanya'daki sümüklü şarlatanın soyadını alan adamı.. Hakan Şükür sahip çıktı mı babasına peki?.. Darbenin kilit ismi Adil Öksüz mesela.. Baldızları gözaltına alınmış, kayınvalidesi tekerlekli sandalyede götürülüyor, çıkıp da 'onların bir suçu yok, ne yaptımsa ben yaptım' demiyor.. Neden?.. Çünkü bunlar normal insan değil.. Normal insanın bir aile aidiyeti olur. Baba, anne, evlât gibi bağlılıkları olur. Ama bu anormal organizmaların tek bağlılıkları o meczuba.. Annesinin adıyla savunma vermiş bir adama, 'neden vatanı sattın?' diye soruyor savcı!.. Eski Türkiye rejimi 2008'in Bayram ortamında aynen sürüyordu ve halen Türk devlet sistemi zenci olarak gördüğü toplumsal kesimleri dışlamaya devam ediyordu. 2008'de AK Parti sözde iktidardaydı ama muktedir değildi. Üniversitelerdeki başörtüsü yasağı bile büyük ölçüde devam ediyordu. Şimdi yeniden o yazıya baktığımda 8 yıl içinde hem aldığımız hem de alamadığımız mesafeleri görebiliyorum... Eski rejimin aşağıladığı Sünni dindarlar ve Kürtlerin temel hakları ve özgürlükleri konusunda çok çok büyük mesafeler alındı. PKK ile sert mücadeleye rağmen Kürt yurttaşların çoğunluğu kendini sistemin dışına itilmiş görmüyor. Bilakis PKK'nın siyasi organı olan parti her geçen gün güç kaybediyor... Gayrimüslim yurttaşlarımızın hakları ve özgürlükleri noktasında -hâlâ sıkıntılar ve eksikler olmakla birlikte- eskisine oranla büyük ilerlemeler var. 1915 meselesi konusunda 2014'te Recep Tayyip Erdoğan mükemmel bir taziye metni yayınladı. Her satırı çok doğruydu o metnin. O çizginin devam etmesi gerekiyor... Hep yazdığım gibi Yeni Türkiye'nin eksik olan en büyük halkası hâlâ kendini sistem içinde tam göremeyen Alevi yurttaşlarımızdır. Açık konuşalım Alevilerin çok büyük çoğunluğu hâlâ devlet mekanizması tarafından dışlanmışlık duygusunu yaşamaya devam ediyor. Alevi meselesinin çözülmesi gerekmektedir... Bir de eski rejimde imtiyazlı yaşamaya alışmış şimdi ise kendini kaybedenler kulübü olarak gören LAST (Laik yaşam tarzına sahip Sünni Türk) kesimi sorunu var. Bu kesimin de rehabilitasyonu ve sisteme kazandırılması gerekmektedir. Bu kesimin patolojisi her geçen gün derinleşiyor... Öte yandan 8 sene önce kaleme alınmış o yazıda Gülenistleri kastederek kimi dindarların ancak kendini gizleyerek devlette bir yerlere gelebildiğinden bahsetmiştim. Askeri vesayet rejiminin yarattığı bu anormal durumun neticesi de Gülenist vesayetçilik oldu ve sonunda 15 Temmuz ihanetine kadar geldi Gülenizm... Gülenistler kendilerini saklayarak ve sürekli yalan söyleyerek devlet içinde ayrı bir hiyerarşi altında kadrolaşma politikaları neticesinde devlet mekanizmasını anahtar teslim devralmak istediler... Paralel devlet yapılanması adını verdiğimiz şey tam olarak bu idi. İşte bu yüzden meşru devlet ile paralel devlet arasında bir çatışma süreci başladı ve sonunda tarihimizin gördüğü en aşağılık darbe teşebbüsünü yaşadık. Hala da teyakkuzda olmak gerekiyor... Biliyorsunuz, Altan kardeşler İstanbul'da gözaltına alındılar. Gerekçesi de darbe PR'ı yapmaları. Sonuç şu olur ya da bu olur, yargı öyle ya da böyle bir karar verir; bu ayrı bir tartışma konusu. Ancak, Ahmet Altan'ın,Cumhurbaşkanı için 'askeri darbe yolunu açıyor' dediği, ağabeyi Mehmet Altan'ın da benzer sözler söylediği bir gerçek. Dahası da var... Biz, Ahmet Altan'ın 'Erdoğan'ı götürüp, çöpün kenarında vururlar' diye yazdığını da biliyoruz. Önce, yüzde 52'lik bir oy oranı ile seçilen, bugün arkasında çok daha büyük bir halk desteği bulunan Erdoğan'ı yerden yere vurdular. Hakkında son derece çirkin ifadeler kullandılar. Kelimenin tam anlamı ile kinlerini kustular. Sonra da bu tür sözler kullanarak, darbe sevdalarını açığa vurdular. Kim bunlar?.. Bir dönem, pek çok çevre tarafından 'liberal kalemler' diye cilalanan, parlatılan, yolları açılan isimler! Hatırlarsınız... Büyük destek ve itibar gördüler! Oysa, eski Marksistlerdi bu isimler. Liberal filan değillerdi. Geçmişte 'silahlı halk ihtilali' diyen yasa dışı sol gruplarla yatıp kalkıyorlardı. Sonra şartlar öyle gerektirdi, liberalliğe soyundular. İlk zamanlar iyiydi, sırtları sıvazlanıyordu. Sonra, beklediklerini bulamadılar, işlerin istedikleri gibi gitmediğini gördüler. Durum bu olunca asıllarına rücu ettiler. Yine gözlerini silahlı gruplara çevirdiler. PKK destekçiliği yaptılar. Seçilmiş insanlara karşı, silahlı bir güç olan askeri tahrik ettiler. Çünkü, demokrat değillerdi. Başkaları tarafından verilen 'liberal' payesi, üzerlerinde eğreti duruyordu, sırıtıyordu. Ama o payeyi iyi kullandılar. O maskenin altında, Marksist değerlerin savunuculuğunu yaptılar, hep milletin değerlerine saldırdılar. Bunlar abartılmış, şişirilmiş kahramanlardı! Meral Akşener, MHP'den ihraç edildi. İç siyaseti dizayn eden yabancı ve yerli odaklar şimdi ne yapacak? Son haber: Meral Akşener siyasette devam ettirilecek. Meral Akşener'in arka planını yazmadan önce, CHP'deki hareketlilikten bahsetmeliyim. Selin Sayek Böke, Kemal Kılıçdaroğlu'nun yerine yeniden hazırlanıyor. Selin Sayek Böke'nin parlatılması operasyonuna yeniden hız verildi. Değerli kardeşim Takvim yazarı Bekir Hazar'ın sözleriyle, ŞEYTAN AKIL 'boş durmuyor', iç siyaseti dizayn etmeye çok meraklılar. Doğan Medya-Hürriyet, Böke'yi parlatmayı sürdürürken, aniden devreye Habertürk TV girdi. Arka planda Kemal Derviş'i (Bilderberg'i, IMF'i, Wall Street'i) aramaktayım. Habertürk TV'de yayınlanan Selin Sayek Böke programı ne programdı ama. Ağzından bal damlıyordu. Verdirilen mesajlar, CHP'lileri 'İşte yeni genel başkanımız, Kılıçdaroğlu'nun yerine gelse ne iyi olur' dedirtecek derinlikteydi. Daha önce de Böke parlatılmaya kalkışılmış ama bir pürüz çıkmıştı. O pürüz- tekrarlamak istemiyorum -henüz halledilmeden, neler olabilir? Selin Sayek Böke'nin ses getiren TV programı, CHP'de genel başkan olmaya soyunan isimlerin kulaklarına kar suyu kaçırmış. Temmuz ayında yapılması planlanan Tüzük Kurultayı sonbahara ertelenmişti. Tüzük Kurultay'ı, Seçimli Kurultay'a çevrilirse Kılıçdaroğlu devrilir mi? Sürpriz Deniz Baykal hamlesi, Muharrem İnce, Metin Feyzioğlu, Fikri Sağlar ne yapar? Takip ediyoruz. Meral Akşener konusuna dönebiliriz... Ben size iki tanesinden bahsedeyim yetsin. Birincisi, yıllar yılı sadece bize değil tüm dünyaya 'Ilımlı İslam' diye pazarlanan ve fakat Hıristiyanlığın Katolikliği kadar 'pagan' bir din anlayışını bu memlekette yeşerttiler. (Pagan dedim, örneğim şudur: Hatırlayın FETÖ'cüler İzmir'de el konulan bir okulda bulunan terörist başı Feto'nun el heykelini öpüyorlardı. Dahası Feto'nun masum ve masun olduğuna inananlar, Mehdi olduğuna hatta Mehdiyetin de üzerinde bir konumda olduğuna inananlar onlardı.) FETÖ terör örgütünü dışarıda kurgulayıp, Türkiye'de yeşerttiler ve sonra tüm dünyaya pazarlanan 'ılımlı İslam' modeli adı altında İslam'ın değerlerini çürüttüler. Bize öğretilen inanç esaslarını yıktılar. (Bakınız, 'Kur'an'ın eksikliğini ilham ile gidermek'ten söz eden de Feto, 'Cebrail gelse...' diyen de, 'Hazreti Ali'nin yüzünde yara izi varmış gerçi ben görmedim' diyen de, 'Hazreti Peygamber koridorlarda dolaşıyor' diyen de, 'Hazreti Peygamber gelip şöyle dese, kusura bakma derim' diyen de). Ilımlı İslam kisvesi altında İslam'ın yüzyıllara varan birikimini bu topraklarda iğdiş ettiler. Batı'ya, Hıristiyanlığa öykünen, kendi topraklarına ve inancına yabancılaşan bir nesil yetiştirdiler. ('Biz dünya vatandaşıyız' cümlesi FETÖ'cülere ait.) Arefe gününde hicranımızın birinci nedeni budur. İkincisi, 'Müslüman eşittir terörist' algısı üzerinden, önce El Kaideve türevlerini karşımıza koydular. Ardından son olarak DAEŞ terör örgütünü coğrafyamızda palazlandırdılar. Bu örgütteki azılı katillerinin neredeyse tamamı Batı ülkelerinden coğrafyamıza geldi. Suriye'de başkentleri kabul edilen Rakka'da ise 'resmi dil' Fransızca! Ama bir sosyoloji üzerine oturduğu da biliniyor. (Bakınız, 'Cihatçı John' diye bilinen katilin yaptıklarına. İslam'ı ve Müslümanlığı lekelemek için kadınlarla ilgili uluslararası medyaya servis edilen haberlerine. Dahası kendileri dışındaki tüm Müslümanları din dışı ilan etmelerine...) İki zıt kutup gibi görünen, fakat aynı yere hizmet eden iki musibet ile karşı karşıya İslam dünyası. 'Ilımlı İslam' diye yutturulan, ama en azılı terör grubu çıkan (bakınız, 15 Temmuz gecesi tanklarla, uçaklarla, helikopterlerle, silahlarla katlettikleri yüzlerce masum insanımız) FETÖ! 'Müslüman eşittir terörist' algısı üzerinden türetilen, nefret duygusu köpürtülmüş kurmay zekası Batı başkentlerine yuvalanmış ve coğrafyamızın demografik yapısını değiştirmekte kullanılan İngiliz anahtarı DAEŞ! Gülen yaşasa da ölse de problem. Ceset nereye gömülecek, ABD'ye mi, Türkiye'ye mi, mesela Kudüs'e mi? Said-i Nursi olayında olduğu gibi cenazesi kaçırılabilir de.. Her şey mümkün.. Bir mafya lideri Gümüşsuyu'nda bir otelin penceresinden atlayarak intihar etti ve öldü. Savcı geldi, rapor tuttu. Ailesi geldi, teşhis etti. Adli tıp raporu yazıldı. Ceset mühürlü bir çinko tabuta kondu, mühürlendi, ailesine teslim edildi. Aile cesedi aldı, Anadolu'da bir köy mezarına defnedildi.. Bu olay 28 Şubat günlerinde oldu, hatırladığım kadarı ile. Sonra o intihar etti denilen kişinin İspanya'da yaşadığına dair bir ihbar geldi. Savcı mezarı açtı, ama mezardaki ceset başkasına aitti. Peki, o intihar eden kimdi, mezardaki ceset kime aitti. Bu işleri tezgâhlayanlar Gülen'i öldürüp bir mezara gömebilirler, ama daha sonra Gülen'in mesela Endonezya'da yaşadığı iddia edilebilir, Gülen'in gömüldüğü mezar açıldığında ise orada bir başkasının cesedi çıkabilir.. Ha! Bu arada; Gülen'in cenazesine, mesela Yahudi hahamlar, Ermeni, Rum, Süryani, Keldani, Asuri, Katolik, Protestan papazlar gelip ayin yapabilirler. Vatikan'da kiliseler çan çalabilir. İsrail'deki Havralarda boru öttürülebilir. Mooncular, Budistler gelip dua edebilirler.. Neden olmasın, dinler arası diyalog bunun için değil mi idi.. Gülen gerçekten ölse, mezara gömülse bile, birileri onun ruhunu mu çağırır, o birine mi hulul eder, oradan yine buraya müdahale ettiğine dair iddialar artarak devam edecektir.. Zaten kendine göre daha 20 yıl ölmeyecek.. Kesinlikle bu saatten sonra Gülen'in bundan sonrası için ABD'de bir çok senaryo yazılacaktır.. Ankara bastırıyor, ya tutuklanacak, ya sınırdışı edilecek ya da iade edilecek. Bir ihtimal daha var, o da Amerika'dan ayrılacak.. Gülen'in kullanım süresi doldu. Proje ellerinde patladı. Örgüt deşifre oldu. ABD, Gülen'in 'gül hatırı' için ne kendi çıkarlarından vazgeçer, ne de bir örgüt için bir ülkeyi feda eder. Ama başka bir gerçek var, ABD Gülen'den o kadar kolay kurtulamaz. İşin içinde, İngiltere, Fransa, Almanya, Vatikan ve İsrail var. Daha bir çok ülke var.. 140 kadar ülkede uzantıları olan bir yapıdan söz ediyoruz.. Yüz milyarlarca dolar harcadıkları bir proje bu. Bu iş yarın dönüp İrangate, Watergate gibi kendilerini vurabilir. Bu iş bir iç hesaplaşma konusu olabilir.. Şimdi bu üç sorunun nasıl çözümleneceği oluşmasındaki sebeplerde saklıdır. Cumhuriyet rejiminin kuruluşundaki ruhun kristalize edilmesi gerekmektedir.Duygusal bir ifadeyle Kurtuluş savaşındaki birlik ruhu savaşı kazandıran mana'nın tekrar algılanmasına ihtiyaç vardır. Hatta bu daha kolaydır ve yakın bir heyecandır.15 temmuz birlik ruhu yol gösterici olması açısından bir lütuftur aynı zamanda.Bu değerlendirmenin bir yeni konsepte bir anayasaya dönüştürülmesi gerekmektedir. Bu yeni konseptin Türk-İslam geleneğinden yeterince nasibini alması gerekmektedir.Diğer yandan 100 senelik bir tecrübeye sahip Cumhuriyet geleneği ihmal edilmemelidir.Hatta yeni şeyler kurulurken eksik bırakılan Cumhuriyetin tamamlayıcısı gibi bir yöntemle monte edilmelidir. Bu yeni anlayışın coğrafi ve tarihsel sorumluluklarımızı üstleneceğimiz bir boyutu içermesi de gerekmektedir.Bu boyutun ne olduğunu kısaca belirtmek gerekir.Yeni Osmanlıcılık felan asla değildir.Daha tutarlı daha geniş bir amaç; dünya güvenliği ve barışı için katkıda bulunmayı ve insiyatif almayı gerektiren bir bakış açısından söz etmekteyiz. Türkiye terörle mücadele de en tutarlı ve başarılı ülkedir.Bu açıdan bundan sonraki dünya barışının güvenliğinin sağlanmasında en önde olacak bir devletten dünyanın faydalanması gerekmektedir. ABD başkan adaylarından Donald Trump'ı sadece bir politika cambazı ve haris bir iş adamı göstermek isteyenler var. Hâlbuki kendisinin ve ekibinin arkasında o ülkenin eski muhafazakâr geleneğini temsil eden bir akım bulunuyor. Bu akıma kısaca 'alt-right' deniliyor, yani bilgisayar klavyesindeki tuşlardan biri gibi. Bunun açılımı ise sağ alternatif, yani sağ seçenek veya doğru seçenek. Eski muhafazakârlar Trump'ın düşünsel arka planını anlamak için önce ABD'deki Cumhuriyetçi Parti'yi tanımak gerek. Bu sağ parti yıllardır kendisine 'neo-con' diyen yeni muhafazakârların elinde geçmişti. Trump işte bu neo-con ekibi devirerek Cumhuriyetçi Parti adayı olmuştur. Neo-conlar aslında liberal bir düşünce akımı olmakla birlikte adına 'eski büyük parti' denilen muhafazakâr Cumhuriyetçi Parti'yi ele geçirmişlerdi. Şimdi Trump ile birlikte neo-con akım bu partiden tasfiye olmuş ve muhafazakâr kamptan atılmıştır. Trump'ın temsil ettiği akım parti içinde eski geleneğe, beyaz Amerikalı orta sınıfın taleplerine, ülkenin kuruluş felsefesine geri dönüşü savunmaktadır. Bu ABD için fikir planında tarihsel bir öneme sahip bir gelişmedir. ABD'de kapitalizmin zirve yaptığı dönemde Ronald Reagan'ın 1981 yılında başkan seçilmesiyle yaşanan Cumhuriyetçi Parti'de görülen liberal devrimle, sermaye, rekabet ve egoizm put haline getirilmiş, kutsal değerler ikinci plana atılmış ya da tamamen unutturulmuştu. Şimdi kapitalizmin bunalıma girmesiyle bu şımarık ve kendini bilmez tavır gözden düşmeye başlamıştır.